Atatürk’ün 1919’da Kürtlerle ilgili sözleri nasıl sansürlendi?
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, dipnotlu, akademik atıflarla bezeli ama son derece siyasî bir konuşma yaptı; beklendiği gibi Türkiye’nin gündemini değiştirdi. Özal, Demirel ve Erdoğan gibi siyasetin zirvesindeki isimlerin de zaman zaman gündeme getirildikleri “Türkiye halkı” vurgusunu bu defa ordunun zirvesindeki orgeneralin de içine sindirmiş olması, önemli bir değişimdi.
Üstelik bunun kişisel bir yorum değil, Atatürk’ün bir sözüne dayandırılmış olması, kabul edilebilirliğini artırma gayretinin de ötesinde anlamlıydı. Anlaşılan, Tek Parti döneminde oluşturulan Kemalist anlayışın çözülme süreci bundan sonra giderek hızlanacak.
Hızlı bir bakışla 22 Ekim 1919 gününe gidelim ve İstanbul Hükümetinin Başbakanı Salih Paşa ile Heyet-i Temsiliye üyeleri (Mustafa Kemal, Hüseyin Rauf ve Bekir Sami beyler) arasında imzalanan Amasya Protokollerine bakalım. 2 No’lu gizli protokolün ilk maddesi şu cümleyle başlıyor:
“Beyannamenin birinci maddesinde Devlet-i Osmaniye’nin tasavvur ve kabul edilen hududu Türk ve Kürtlerle meskûn olan araziyi ihtiva eylediği ve Kürtlerin camia-i Osmaniye’den ayrılması[nın] imkânsızlığı izah edildikten sonra bu hududun en asgari taleb olmak üzere temin-i istihsali lüzumu müştereken kabul edildi.”
Özetleyelim: 1. Osmanlı Devleti’nin düşünülen ve kabul edilen sınırı Türkler ve Kürtlerin oturdukları araziyi kapsar. 2. Kürtlerin Osmanlı topluluğundan ayrılması imkânsızdır. 3. Türkler ve Kürtlerin yaşadıkları bölgenin kurtarılması ortak olarak en asgari talebimiz kabul edilmiştir.
Cümlenin devamında ise İngilizler kastedilerek, yabancıların görünüşte Kürtleri bağımsızlıklarına kavuşturacakları vaadiyle yaptıkları tezvirlerin önüne geçmek maksadıyla bu hususun, yani Türk-Kürt ayrılmazlığının Kürtlere bildirilmesinin uygun görüldüğü belirtiliyor. (Orijinali: “Maahazâ ecanib tarafından Kürtlerin istiklali maksad-ı mahsusu altında yapılmakta olan tezviratın önüne geçmek için de bu hususun şimdiden Kürtlerce malum olması tensib edildi.”)
Belgeler konusunda uyanık olmamız şart. Nitekim burada şüphemizi çeken bir nokta var. Bekir Sıtkı Baykal’ın yayınladığı “Heyet-i Temsiliye Kararları”na (Türk Tarih Kurumu Yay., 1989, s. 25) baktığımızda yukarıya aldığımız ilk cümlenin devamındaki tam 3 sayfanın ‘kopuk’ olduğu yazılıdır! Evet kopuk! İyi de bu kadar hayati bir kararın 3 sayfası neden kopuktur? Kim kopartmıştır? Arşivlerimizin birileri tarafından elden geçirildiğini mi anlamamız lazımdır bundan?
Amasya Protokolü’nün ilk maddesinin ilk cümlesinden sonraki 3 sayfanın kopuk olduğunu söyleyen Prof. Baykal ne yapmış dersiniz? Neden kayboldu? sorusunun ardından seğirteceğine, bir dipnot koyarak Başbakanlık Arşivi’nden bu defa protokolün Sadrazam Salih Paşa’da kalan nüshasına bakmış ve orada muhtemelen şaşkınlıkla tamamen farklı bir cümlenin yer aldığını görmüş. Yukarıda okuduğunuz ikinci cümle, arşiv nüshasında şaşırtıcı derecede farklı olup 1923 sonrasının ideolojik inşa ortamında “Türkiye vatandaşlığı”nın yerini “Türklük” alırken, Kürtlükle ilgili belgelerin “baypas” edildiğini, daha açık söyleyelim, sansürlendiğini gösteriyor.
Şimdi Salih Paşa’ya verilen ve Mustafa Kemal Paşa’nın da imzasının bulunduğu 2 numaralı gizli protokoldeki sansürlenen cümlenin baş tarafını orijinalinden okuyalım:
“Maahaza Kürtlerin serbesti-i inkişâflarını temin edecek vech ve surette hukuk-i örfiye ve ictimâiyece mazhar-ı müsâedat olmaları dahi tervîc ve ecânib tarafından Kürtlerin…” (“Atatürk’ün Bütün Eserleri”, cilt 4, Kaynak Yay., 2003, s. 344’teki belgenin fotokopisinden okudum.)
Gerisi, yukarıdaki cümlenin aynısı. Ancak bu kısım, birileri tarafından müthiş bir beceriyle temizlenmiş ve belge düpedüz kesilip yeniden yapıştırılmıştır. Üstelik bu operasyonun yıllarca arşivlerde çalışmış olan Mithat Sertoğlu gibi bir ‘üstad’ tarafından, daha da fenası, “Belgelerle Türk Tarihi” adını taşıyan bir dergide yapılmış olması insanda kime güveneceğine dair sağlam bir his bırakmıyor. Gerçekten de belgeler bile makaslanarak bu hale sokulduysa, yani hafızamıza şiddet uygulandıysa bizleri hangi ‘tarih polisi’ koruyacaktır?
Çıkartılan cümlede ne var peki? Şu: “Bununla beraber, diyor belgemiz, Kürtlerin serbestçe gelişmelerini sağlayacak tarz ve biçimde kültürel ve toplumsal haklar bakımından müsaadelere mazhar olmaları dahi benimsenmiştir…” Bir başka deyişle Kürtlerin kendilerini geliştirmeleri için kültürel ve toplumsal haklarına erişmelerine müsaade edilmesi noktasında mutabakat sağlanmıştır.
İşte size Milli Mücadele’nin en kritik belgelerinden birisinin hal-i pür-melâli. Artık siz karar verin bu ülkede gerçekten tarihçilik yapılıp yapılamayacağına.
Hoş, aynı ameliyat, Mustafa Kemal Paşa’nın İzmit konuşmasına da yapılmadı mı? Vaktiyle Doğu Perinçek sayesinde (“2000’e Doğru” dergisi, sayı 35, 30 Ağustos-5 Eylül 1987) Atatürk’ün “hangi livanın ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar (özerk) olarak idare edeceklerdir” sözünün yer aldığı kısmın, 1982 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından basılan metinden çıkarıldığını öğrenmiştik.
Bu kısımların neden çıkartıldığını İsmet İnönü’nün 1925’te söylediği “Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları Türk yapmaktır” sözüyle veya 1980 darbesinden sonra Kürtçenin, hatta Kürt sözünün bile yasaklandığı bir inkâr fırtınası çerçevesine yerleştirdiğinizde anlayabilirsiniz ancak. Türk-Kürt kardeşliğini ve Kürtlerin ortak kurucu unsur olduklarını vurgulayan Mustafa Kemal’den “Cumhuriyetimizin dayanağı Türk camiasıdır” fikrindeki Atatürk’e; Türk vatanı içindekileri Türk yapmaktan söz eden bir asker başbakandan Türkler dışındaki etnik unsurları, daha açık söylersek Kürtlüğü “Türkiye halkı” olarak tanıyan bir başka askere.
Yoksa sessiz sedasız 90 yıl öncesine geri mi dönüyoruz? Bir de tarihte tekerrür yoktur derler. Sansürlenmeseydi hiç tekerrür mü ederdi?
m.armagan@zaman.com.tr
Not: Geçen haftaki yazımda “Emir Şekip Arslan” olarak geçen kişi, kardeşi Emin Arslan olacaktı.
19 Nisan 2009, Pazar