Usame bin Ladin’in cenazesi hem “İslamî usullere göre” kefenlenip namazı kılınmış, hem de “Amerikan usullerine göre” ayağına taş bağlanıp okyanusa atılmış!
Doğrusu bu açıklama bana hiç inandırıcı gelmedi. Çünkü bildiğim kadarıyla bir cenazeyi ortadan kaybetmenin en etkin yolu, kimsenin şüphelenmeyeceği, mezarlık gibi herkesçe bilinen bir yere gizlice defnetmektir. Denize atmak, birilerine ‘gidip bulun’ diye hedef göstermekten başka bir anlama gelmez.
Denize ceset atma tartışmasının, basınımızın kullanışlı kalemlerine, Said Nursi’nin tabutunun da denize atılmış olduğu iddialarını ısıtıp önümüze sürme fırsatını verdiği gözden kaçmadı. Bu bayat, geçersiz ve aynı şekilde mantıksız iddiayı, sorulardan bunalan darbeci komutanların işin içinden sıyrılmak için ballandırdıklarını tahmin etmek zor olmasa gerek. Zira hem birinci el tanıklar, hem de resmi belgeler bize Said Nursi’nin cenazesinin Isparta’ya defnedildiğini söylüyor. Nereye? diye soracak olanlar, yandaki fotoğrafa bir kere daha baksınlar lütfen.
Bu iddiayı “Efendi-2” yazarı da dile getirmişti. Soner Yalçın, Bediüzzaman’ın cenazesinin Urfa’daki kabrinden 12 Temmuz günü çıkarıldığını ve Kıbrıs açıklarında denize atıldığını yazdı (s. 395). Oysa Prof. Cemil Koçak, ’27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları’nı yayınladı. 11 Temmuz 1960 Pazartesi sabahı başlayan Bakanlar Kurulu toplantısında ilk sözü alan İçişleri Bakanı İhsan Kızıloğlu aynen şunu diyor:
“Said-i Nursi’nin önce tayyare ile Diyarbakır’a ve oradan da Isparta’ya naaşının nakli muamelesi ikmal edilmiştir.”
Bu resmi açıklama doğruysa 12 Temmuz tarihi yanlıştır, bir. Cenazenin denize atıldığı iddiası fasaryadır, iki. Kaldı ki, bizzat ihtilalin başı Org. Cemal Gürsel daha 20 Haziran’daki Bakanlar Kurulu toplantısında cenazenin Isparta’ya nakli fikrini ortaya atmış ama denize atma fikrini nedense hiçbir yerde dile getirmemiştir.
Önüne sunulan ilk lokmayı kapan bir insanın, bırakın gizli örgütler hakkında müthiş ifşaatta bulunmasını, en basit tarihî olayları bile anlayamayacağını söylemek kehanet olmasa gerek. Birisi çıkıp “Biz tabutu denize attık”, diyor, seninkinin gazetesinde manşet oluyor. Gazeteci dediğin servis edilen haberi tahkik eder, değil mi? Ne gezer!
Geçen hafta buna bir yenisi eklendi. Murat Bardakçı, Faruk Güventürk Paşa’nın kendisine Said Nursi’nin tabutunu denize “attığı”nı söylediğini yazdı. O zaman soralım biz de:
Bir kere Güventürk’ün o uçakta işi ne? (Zira Diyarbakır-Urfa bölgesinin Sıkıyönetim Komutanı Tuğgeneral Cemal Tural’dı.) Hem Bakanlar Kurulu kararına rağmen cenazeyi denize atma yetkisi var mıdır? Vaktiyle Risale-i Nurlara savaş açmış bir şarlatanın şahitliği ne kadar geçerlidir? (Üstelik yalancılığı 1969’da basın huzurunda kanıtlanmış biridir.)
İşte Bediüzzaman’ın Isparta’da defnedildiği kabir ve başında talebelerinden merhum Bekir Berk ve Mustafa Ezener Fatiha okuyorlar. (Necmeddin Şahiner, Belgelerle Bediüzzaman’ın Kabir Olayı, Timaş 1996, s. 122)
Kaldı ki, Necmeddin Şahiner 1977’de Güventürk’ü ziyaret edip cenazenin taşınması meselesini açmış ama nedense Paşamızın gıkı çıkmamış (“Aydınlar Konuşuyor”, s. 163).
Bana göre “Attım” demişse yalan söylemiştir. Neden mi? Bakanlar Kurulu Tutanağı’nda “Isparta’ya naaşının nakli” işleminin tamamlandığından söz ediliyor, bir.
6 imzalı resmi “Zabıt Varakası”nda “mevtaya ait tabutun” Afyon’dan teslim alınarak Isparta’ya getirildiği ve Isparta Şehir Mezarlığı’nda hazırlanan kabre defnedildiği belirtilmektedir, iki.
Cenazeyi Urfa’dan alıp Afyon’a indiren C-47 uçağının pilotu Kadir Özkartal’ın 17 Temmuz 2005 tarihli “Yeni Asya”da çıkan açıklamasında Afyon’a indiklerinde Isparta ve Afyon valilerinin hazır bulunduklarını, cenazenin bir ambulansa konulduğunu vs. anlatıyor, üç.
Demek ki, cenazenin Isparta’ya naklinin Bakanlar Kurulu’nda kararlaştırıldığı, zabıt tutulduğu ve Afyon’a getirildiği kesin. Şimdi bundan sonrasını görelim.
Halen Gaziantep’in bir köyünde yaşayan ve o sırada asker olan Ahmet Çam’ı telefonla aradım, tam da 2. pilotun bıraktığı yerden anlatmaya başladı: “Saat 3 gibi tabutu Afyon’dan teslim aldık. Toplam 5 arabayla Isparta’ya doğru yola çıktık. Karanlık bastı. Bir dağın yamacında durduk. Etraf eli silahlı subaylarla çevriliydi. Tabutu indirip portatif kürek ve kazmalarla defin işlemini yaptık.”
Bir de bu sürecin tamamında hazır bulunan Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Ünlükul’un kitaplara geçmiş olan tanıklığı var (halen sağ olan kızı Saadet Hanım da bu bilgileri N. Şahiner’e doğrulamıştır). En sağlam tanık olan Ünlükul, uçakla Afyon’a indikten sonra tabutu askerî bir kamyonete yerleştirdiklerini, dağlık bir bölgeye 7 saatte gittiklerini, karanlıkta askerlerin tabutu kabre koyup üzerini kapattıklarını söylemiş Abdülkadir Badıllı’ya (3 ciltlik Bediüzzaman biyografisine bakınız).
Pilot astsubay Ahmet Kırlay, er Beşir Kılıç gibi daha bir çok görgü tanığı var ama biz bu kadarla yetinelim.
Kardeşinin, gömen askerlerin, taşıyan pilotların, resmi zaptın, Devlet Başkanı ve İçişleri Bakanı’nın sözlerine inanmayacaksınız, ‘irabda mahalli olmayan’ bir darbeci eskisinin yalanını köşenize boca ederek ortalığı bulandıracaksınız. Herkese ‘belgesi nerede?’ diye soran birinin bu sorumsuz tavrını nasıl açıklamak gerekir?
Tabii asıl maksadı anlıyoruz: Bu asparagas haberlerle kamuoyunu Said Nursi’nin cenazesinin kayıp olduğuna ikna edip mezarının günün birinde ortaya çıkacağına dair ümitleri söndürmek. Ne var ki, hakikatin günün birinde ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu olduğunu unutuyorlar.
Bence ‘o gün’ yaklaşıyor. Tarihini bilemem ama görüştüğüm önemli zatlardan edindiğim intiba, Bediüzzaman hazretlerinin mezarının yakın bir gelecekte ortaya çıkacağı yönünde. Sin’in Şın’a girmesi gibi bir adım bekleniyor sizin anlayacağınız.
Hem kayıp değil ki mezarı. Az da olsa yerini bilenler mevcut.
Birinci mezarı Urfa’daydı, darbeciler kaldırıp Isparta’ya defnettiler. Burası bilinmeye başlanınca talebeleri tarafından 1967’de çıkartılıp Sav köyüne defnedildi. Oraya da gelip gidenler artınca bugünkü 4. mezarına nakledildi. İnsanın aklına geliyor: Acaba 5. mezarı olacak mı?
Tıpkı Hz. Ali’nin 5 ayrı mezarı olması gibi onun da Anadolu’nun ak saçlı toprağında imanın kokusunu yayarak yattığını bilmek yetiyor fakire. Hem milyonlarca seveni kalplerini ona manevî kabir yapmışlar. Yetmez mi?
3 Comments
Ali YILDIRIM
9 Mayıs 2011 at 12:34Yetmez mi yeter tabi.ALLAH bizlere o günleri görmeyi nasip eylesin inşALLAH.
Celal ÖZTÜRK
9 Mayıs 2011 at 14:30YÜREĞİNİZE SAĞLIK
Sayın Hocam,
Son yıllarda yazılarınızı ibretle ve zevkle okuyoruz. Emeğinizi son derece saygıdeğer ve şahane buluyoruz. Gerçekten tarihin bir kere daha yeniden ele alındığını ve gerçeklerle buluştuğunu görüyoruz. Gerçeklerin kötü huyunu gösterme gayretinizden dolayı sizleri tebrik eder en derin muhabbetlerimi sunarım.
Celal ÖZTÜRK
Sinop
t.bayındır
14 Mayıs 2011 at 10:35hocam 2-3 yıl oldu sizin kitapları okumamız..ilkin üniversite yıllarımda görmüştüm (2008). dikkatimi çekti yazarı kimmiş diye ..urfalı bir aileden doğmuş denilince merak ettim (hemşehriyiz) ve okumaya başladım..aslından sizin bu anlatıklarınızın bir kısmını annemden dinlemiştim.(annemim babası istiklal mahkemeleri mağduru)..sizi öncelikle tebrik ediyorum,bize yalan-yanlış nerde bir sorun varsa hepsini bize tarihimiz diye bize anlatılıyor.gerçeklerin konuşulması suç olduğu bir dönem(e)de bu tarihi olarlara parmak bastınız,cesaretinizden dolayı kutluyorum..ve zevkle okuduğumuz yeni eserleriniz bekliyoruz .Allah yardımcınız olsun.Selametle kalın.