Bir Dostoyevski çek, Pamuk’suz olsun!
Kur’an’ı, Kant’ı (Saf Aklın Eleştirisi), Hegel’i, özellikle onun Felsefe Tarihi’ni gönder bana. Geleceğim, bütün bu kitaplara bağlı.”
Dostoyevski, 22 Şubat 1854 tarihli mektubunda —cezalı askerliğini yaparken— böyle yazar bir dostuna. “Geleceğim bütün bu kitaplara bağlı.” Hangi kitaplara bağlıdır geleceği Dostoyevski’nin? Kur’ân—ı Kerim’e, Kant’ın “büyük” projesini başlattığı yıkıcı eseri Saf Aklın Eleştirisi’ne ve Hegel’in felsefeyi dünyanın ruhuna taşıttığı Felsefe Tarihi adlı eserine.
Yaklaşık bir ay sonra, 27 Mart’ta Sibirya’dan yazar bu defa: İstedikleri arasında iktisatçıların ve tarihçilerin eserleri ile yine Kur’an vardır; Kur’an ve Almanca bir sözlük. Acaba Dostoyevski, içinde açılan büyük uçurumu bu kitaplarla mı doldurmaya çalışıyordu?
Geçtiğimiz haziran ayında, Petersburg’a gidip bu şiir gibi şehrin damarlarında birkaç gün sürüklendikten sonra içimde yeniden Dostoyevski okuma arzusunun kabarmasına engel olamadım. Döner dönmez kütüphanemdeki bütün Dostoyevski ciltlerini masamın kenarına üst üste yığdım ve incelerinden kalınlarına doğru ağır ağır okumaya koyuldum. İlk okuduklarımdan biri de Beyaz Geceler oldu tabiatıyla.
Ben bu hazırlıkları yaparken meğer İletişim Yayınları, bir Dostoyevski külliyatının yayınıyla meşgulmüş. Kitapçıda Rusça aslından yapılmış çeviriler ve güzel kapaklarla yayınlanmış ciltleri görünce hem sevindim, hem de talihin bana oynadığı bu garip oyuna biraz hayret ettim.
Fakat biraz dikkat, sevincimi kursağımda bırakmaya yetti. Bütün ciltlerin üzerinde Dostoyevski’yi, “dizi editörü” olduğunu öğrendiğimiz Orhan Pamuk’un “önsözüyle” okuyacağımız duyuruluyordu. Öyle böyle değil, bütün Dostoyevski külliyatını Orhan Pamuk’un sayfalarını salavatlamadıktan sonra okumak caiz değildi yayınevine göre.
Orhan Pamuk, Dostoyevski “uzmanı” mıdır? Yoksa Dostoyevski’den “daha büyük” bir romancı mıdır? Dostoyevski’yi Türk okuyucusunun karihasına daha bir suhuletle akmasını sağlayacak bir “şârih” midir? Dahası, yazdıklarının, Dostoyevski külliyatına bir katkısı var mıdır?
Kimdir Orhan Pamuk? Kitapları “çok satan” bir Türk romancısı. (Burada romancılığının tartışmasına girmiyorum.) Hangi sıfatla “bütün” Dostoyevski romanlarına önsöz yazabiliyor? Belli değil (en azından benim için).
Hesap şöyle olmalı: Pamuk’un romanları çok sattığı için onun önsözünü yazacağı romanlar da çok satar! Okuyucu da “sürü” kabul edildiği için bu “değerli” önsözleri okuyup irşad olacak ve Dostoyevski’ler kapış kapış gidecek!
Hata üstüne hata!
Birincisi Orhan Pamuk Dostoyevski’ye önsöz yazamaz. Yazsa yazsa roman hakkındaki bölük pörçük izlenimlerini yazabilir. Bu da Dostoyevski’ye ayıp olur.
İkincisi, yazmamalıdır. Orhan Pamuk kendine, kariyerine yazık etmektedir.
Bir romancı bir başka romancı üzerine yazamaz mı? Elbette yazar. Andre Gide gibi, oturup Dostoyevski’nin kitaplaşmamış mektuplarına kadar okuyarak dirsek çürütür ve onu ilgi odağına koyarsa kitap bile yazılabilir.
Orhan Pamuk’un Beyaz Geceler’e yazdığı önsözü ibret—i âlem için okuyun lütfen, Dostoyevski’den ne bulabileceksiniz?
Beyaz Geceler, Yeşilçam melodramlarını andırıyormuş, yorucu değilmiş, basit, saf, hafif, lirik, coşkulu ve zarifmiş, “yirmi yaşlarında hangi yalnız ve mutsuz erkek yıldızlı bir bahar gecesi şehrin sokaklarında yürürken bir köprübaşında gözyaşları döken bir genç kızı hayal etmez”miş.
Bir kere bu cümleden Pamuk’un romanı dikkatle okumadığını anlayabilirsiniz; çünkü roman bahar mevsiminde geçmemektedir. Zaten Beyaz Geceler, Petersburg’da yazın ortasına doğru başlar ve ağustos sonlarında biter (asıl “Beyaz Gece”, 21 Haziran’dır). Oysa yalnız yukarıdaki cümlede değil, bir sayfa öncesinde de Pamuk’un, romanın “yıldızlı bahar geceleri”nde geçtiği zannına kapıldığını görebiliyoruz (“ve o yılın en uzun günlerine denk düşen yıldızlı bahar gecelerini”). Bir uzman, hadi onu bırakalım, Dostoyevski üzerine kafa yormuş bir insan bile bu tür basit hatalara düşmezdi.
Pamuk’un yorumlarının pek çoğu uçarı, her anlama gelecek laflarla esniyor; dahası, önsöz, bir önsözden beklenmeyecek kadar fazladan söyleyişlerle, tekrarlarla dolu. Hikâyenin özüne çekmek yerine, etrafında döndürüyor okuyucuyu.
Bunları anlayabiliyorum.
Bir romancı 30 yılda bir okursa bir başka romanı, ancak bu kadar anlayabilir!
Bunun için diyorum ki, Orhan Pamuk, Sibirya’dan Kur’an, Kant ve Hegel siparişi veren Dostoyevski’nin, hakikatin kıymığını sürekli sinir uçlarında hisseden romanlarına gölge etmekten bir an önce vazgeçmelidir!
Bu hem Dostoyevski için, hem de kendisi için iyi olacaktır!