• Home
  • Genel
  • Bir İngiliz generalini esir aldık!

Bir İngiliz generalini esir aldık!

Bir İngiliz generalini esir aldık!
Savaş teknolojinin güdümüne girerse…
Ölü sayısının artmasından endişe ediliyormuş. Tabii bir günde BİN Iraklıyı öldürdüklerini gururla anlatan Amerikalı komutanın sözlerinden de anlaşılacağı gibi endişe ettikleri, kendi ölüleri. Çölde esir düşen oğlu için “Oğlum şimdi üşüyordur” diye gözyaşı döken Amerikalı annenin dramını anlıyoruz ama kafası yumurta gibi ikiye ayrılmış çocuğun annesinin gözyaşları tarihin hangi mülevves yüzüne akıyor acaba? diye de sormadan edemiyoruz.
“Üçüncü Dalga” adlı kitabıyla gündeme gelen Alvin Toffler, Heidi Toffler ile birlikte yazdıkları “Savaş ve Anti-Savaş” adlı kitapta vaktiyle Vietnam’da savaşmış bir Amerikalı komutanla görüşmelerini anlatır. Don Morelli, Amerikan ordusunun en büyük probleminin teknoloji saplantısı olduğunu söyler bu konuşmada. Artık, der, strateji teknolojiyi yönetmiyor Amerikan ordusunda, teknoloji stratejiyi güdümlüyor. Amerika hâlâ teknolojiye bağımlı bir askeri yapılanma içinde. ‘Strateji yolda düzülür’ mantığıyla hareket ettikleri, ilk 3 gün içerisinde ortaya çıktı zaten.
Strateji, insan demek; akıl, kalp ve duygu sahibi insanın düşüncesi demek bir yerde. Teknoloji, bu savaşta, bütün bunları bir kara delik gibi emiyor ve ortaya, ağırlıklı olarak sivillerin öldürüldükleri bir “kıtâl” çıkıyor. İnsansız silahların, insanlığın göreceği en insanlık dışı savaşlara gebe olduğu açık.
Bir de bizim cepheye bakalım
Savaşın sesleri ve kum fırtınası, Bağdat semalarında petrol dumanlarıyla karışarak Turner’ın tablolarına misilleme yapar da, medyamız tarihe geçecek tablolar yapma fırsatını kaçırır mı? Beyaz bayraklarıyla teslim olurken vurulan iki Iraklı asker resminin altına utanıp sıkılmadan, “Teslim olmaya fırsat bulamadılar” diye yazmaktan tutun da “meşhur” popüler tarihçimiz Murat Bardakçı’nın, “Zaten Arapların dedeleri de İngilizleri çiçekle karşılamışlardı” tarzı bir yorumla hem tarihi, hem de bugünü çarpıtmasına varıncaya kadar yüzlerce utanç levhası kol geziyor medyamızda.
Aslında 1914’ün şartlarını düşünürseniz İngilizlere böyle bir “hoş geldin” faslı, hiç inandırıcı değil. Bazı işbirlikçiler olmuştur; kuşkusuz her yerde olabilir. Kurtuluş Savaşı’nda olmadı mı sanki? Araplara “giydirmek” için çırpınanlar bu tür kurguları bize “olgu” imiş gibi sunabiliyorlar. Demek ki, gazeteciliği ve bu sözde tarihçiliği senaryoculuktan ayıran sınır iyice belirsizleşiyor.
Oysa 1914’ü yaşayanlar böyle demiyorlar. Fav yarımadasını savunanlardan Uceymi Paşa’nın bedevilerine kadar Irak halkının emperyalizme direnişleri ne çabuk unutuldu?
Uceymi Paşa’nın Arap desteği!
Uceymi Paşa, aşiret kuvvetleriyle İngilizlere kök söktürmüş bir çöl kahramanı. Kasım 1914’te, Fav yarımadasının düşüşünün ardından Adil Bey komutasındaki güney birliğimizi, kuzeye doğru çekilmesi sırasında, Amerikan ve İngiliz tanklarının bile tökezlediği kuş uçmaz kervan geçmez yollardan geçirerek kurtaran Uceymi Paşa, yolda Türk askerlerine tecavüz etmeye kalkan bedevileri sert bir şekilde cezalandırmasıyla da ünlenmişti. Basra önlerinde yapılan Şuaybe muharebesinde düşman süvarilerinin kuşatma tehlikesi altındaki birliklerimize uzanan yardım eli de yine Uceymi Paşa’nınkiydi. Bir görgü şahidine kulak verelim:
“Uceymi Paşa o gün de birkaç yüz atlının başında olduğu halde yıldırım süratiyle düşman ateşi altında sağ cenahtan sol cenaha koşmuş gelmişti. Onun emsali nadir görülen bu cüretkârâne hücumu, kıtalarımızın bir kısmını ve sağ cenah karargâhını muhakkak bir tehlikeden kurtarmıştı.”
Osmanlı ordusuyla birlikte Basra kapılarından Urfa’ya kadar İngilizlerle vuruşa vuruşa çekilen bu çöl şeyhi, Milli Mücadele günlerinde güney sınırlarımızda önemli hizmetlerde bulunmuş, Cumhuriyet kurulduktan sonra ise Urfa’ya yerleşerek tarımla meşgul olmuş ve İngilizlere bıraktığı çöllerine dönmeyi asla düşünmemiştir. İngiliz emperyalizmi altında yaşamaktansa Urfa’daki tarlasından sevgili çöllerine hasret ve melâl dolu bakışlar yöneltmeyi tercih etmiştir.
Ya Kutu’l-Ammare unutulur mu?
Üzerinde güneş batmayan imparatorluğun Irak ordusu komutanı General Townshend, Selman-ı Pak’ta Osmanlı kuvvetleri önünde 4500 ölü verdikten sonra bozgun halinde Kutu’l-Ammare’ye çekilir. Burada Halil Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri tarafından kuşatılır İngilizler. Kuşatma adım adım daraltılırken Townshend’e yardım edecek büyük bir İngiliz birliğinin yola çıktığı haberi gelir. Tarih yazmanın tam zamanıdır.
Enver Paşa’nın amcası olan Halil Paşa, 5 ay süreyle koca İngiliz ordusunu erittikten sonra teslim olması için haber gönderir generale. Kendisiyle şahsen görüşmek isteyen Townshend, görüşmede, titreyen sesi ve kırılan gururuyla Halil Paşa’ya “Yeter ki ordumu esir etmeyin ve askerlerimle birlikte Hindistan’a gitmeme izin verin. Ben de silahlarımı size teslim edeyim; istediğiniz bir banka aracılığıyla tam 1 milyon sterlin ödemeye hazırım!”
Halil Paşa, kendi deyişiyle, gülüp geçmiştir bu “ucuz” teklife: “Bizim topa tüfeğe ihtiyacımız yok generalim. Teklif ettiğiniz parayı ise derhal reddedeceğimi tahmin etmeliydiniz!” General, paranın az geldiğini zannederek teklifini 2 milyon sterline çıkartır. Cevap, aynıdır. Çaresiz kalan Townshend, elindeki bütün silahları bir gece içinde tahrip ettirir ve ertesi günü Türk kuvvetlerine teslim olur. Kendisiyle birlikte tam 5 general, artık Türklerin esiri değil, misafiridir!
Bağdat yalnız evliyaları ve halifeleriyle değil, Uceymi Paşa, Halil Paşa gibi gizli kahramanlarıyla da nice ruh yüceliğinin izlerini saklamaktadır bağrında. Bu yüzdendir ki, Moğollar gelir geçer ama Bağdat hep bizimdir!

Bir yanıt yazın