Bosna’ya Paşa Geldi!

Bosna’ya Paşa Geldi!
Bosna’nın soluk kesen yakın tarihine yaklaşırken, mevcut kavramlarımızı bir kenara koyarak bakmamızda yarar var.
Zira Osmanlı tarihine merkezden, devlet-merkezli olarak bakmanın bizi ne kadar derinden yanıltacağını ancak “taşra”nın ilk bakışta anlaşılmaz gelen “bozuk” yollarında öğrenebiliriz. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına imparatorluk içinde en güçlü tepkinin Bosna’dan geldiğini ve bu isyanın tam 7 yıl sürdüğünü görmüştük. İsyan 1832’de bastırılmış ve Kapudan Hüseyin Paşa ve adamları Avusturya’ya sığınmışlardı. Diğerlerine af çıkarılmış; ama Bosna’da bırakılmayarak ülkenin çeşitli yerlerine sürgüne gönderilmişlerdi. Bosnalıların Osmanlı reformlarından duydukları hoşnutsuzluk, 1839’da ilan edilen Tanzimat ile yeniden depreşecekti. O yılların bir Hıristiyan şahidi bakın Bosnalılar hakkında neler anlatıyor bize: “Burada en küçüğünden en büyüğüne, en zengininden sıradan Müslüman’ına kadar herkes reformlara karşı. Herkes Sultan’a, idarecilerine ve genel olarak Osmanlılara karşı öfkeli. Açıkça ve alelumum Sultan’ın, vezirlerinin, paşaların ve seraskerin ‘Moskof’, ‘gâvur’ ve ‘din düşmanı’ oldukları konuşuluyor. Diyorlar ki: İslamiyet, hâlâ saflığını korumakta olan Bosna hariç her yerde perişan oldu. Osmanlılara bakın bir: Kadim Müslüman kıyafetlerini bırakıp gâvur pantolonu giyiyorlar, kafalarını tıraş etmiyor, saçlarını gâvurlarınki gibi kestiriyorlar.”
Tanzimat’a boyun eğen İstanbul’a mukabil, Bosna’da yeni bir isyan dalgası yükseliyordu. Avusturya sınırındaki Krayina’da yeni bir silahlı isyan patlak verdi. Bunun üzerine Tanzimat’ı Bosna’ya da sokmaya kararlı olan hükümet, Macar asıllı Ömer Paşa’yı (kendisi bir zamanlar çok meşhur olan “Kin” şairimiz Emin Bülend Serdaroğlu’nun dedesidir) isyanı bastırmakla görevlendirdi. 1850 baharında 20 bin askerle Bosna’ya ulaşan Ömer Paşa, Manastır’da kurdu karargâhını. İlginç olan husus, Ömer Paşa’nın askerlerini Rumeli’den toplamış ve Bosnalı Müslümanların ‘Osmanlı gâvurlaştı’ tezine yağ sürmek istercesine bazı subaylarını Polonyalı ve Macarlar arasından seçmiş olmasıydı.
Ömer Paşa’nın ilk işi, askerlik çağına gelmiş olan Bosnalı gençleri silah altına almak amacıyla bir buyrultu yayınlamak oldu. Boşnaklar buna da karşı koydular. Paşa, bütün gücünü kullanarak direnişi kırmaya çalıştı ve ancak bir yıl sonra, Nisan 1851’de bütün Bosna Ömer Paşa’nın kontrolüne girmiş oldu. İsyanları destekleyen Ayanlar temizlendi, yerlerine merkezden müsellimler atandı. Çarpışmalarda 2.500’den fazla Boşnak hayatını kaybetti, şehirler yakıldı, evler yağmalandı ve Tanzimat’a muhalif olan 400 kişi yargılanmak ve sürgün edilmek üzere İstanbul’a gönderildi. Yeniçeriliğin kaldırılması üzerine patlak veren ve Tanzimat’ın “gâvurlukları”na karşı bayrak açan Bosnalılar tam 25 yıl sonra Osmanlı egemenliğini yeniden kabul edeceklerdi. Ama ne kabul! Bu aslında İstanbul için bir tür Pyrrhus Zaferi olmuştu. Karlofça’dan beri Osmanlı’nın serhat kalesi haline gelen Bosna’da savunmayı güçlendirmek yerine tahrip eden Ömer Paşa, yapmak istediği askeri reformların temelini de kendi elleriyle imha etmiş oluyordu. Bu yenilikleri uygulayıp destekleyecek yeni siyasî seçkinler (political elite) kimler olacaktı? Oğullarını askere göndermemek için ellerinden geleni yapan devlete küstürülmüş Boşnakların sadakati yeniden nasıl tesis edilebilirdi?
İşte bu noktada Bosna’ya yeni bir Paşa gönderildiğini görüyoruz. Bu, hakiki bir Osmanlı paşasıdır ve bölgenin yabancısı değildir, yeni Rumelilidir. Söyleyince siz de bana hak verecek, bu zamanda bundan iyisi olamazdı diyeceksiniz. Bosna’ya müfettiş olarak gönderilen görevli, meşhur tarihçimiz Cevdet Paşa’dan başkası değildir. 16 Temmuz 1863’ten 24 Ocak 1864’e kadar Bosna’da 1,5 yıl görev yapan Cevdet Paşa, hasar görmüş bu nazik dokunun tamir edilerek tekrar Osmanlı bünyesine kazandırılması için çalışacaktır. Tanzimat’ın sert ve tepeden inmeci zihniyeti nasıl II. Abdülhamid tarafından yumuşatılacak ve yeniden dinî ve yerli bir raya oturtulacaksa, Cevdet Paşa da Bosna’da aynısını yapacak ve halkın güvenini, okuduğu âyetler ve hadislerle, dine yaptığı yoğun vurgularla tazelemeye çalışacaktı. Cevdet Paşa’mız ömür adam doğrusu. Ne zaman onu okumaya kalksam, beni şaşırtacak, kalbimi hoplatacak bir şeyler sunmayı mutlaka başarır, ilmi ve irfanıyla, aynı zamanda da o akıl almaz Müslüman hoşgörüsüyle feyyâz bir kaynak bir olur, akar içime. Bosna’da da öyle oldu.
Paşamız, isyanı bastıracağım diye bölge halkına Osmanlı’ya yakışmayan sert muamelelerde bulunmuş olan Ömer Paşa’yı eleştirmekle işe başlar. Onun hatası yüzünden hem bir sürü “âdem” israf olmuştur hem de devlet, bahadır ve kahraman Bosnalı askerlerden mahrum kalmıştır. Yapılması gereken şey, basittir aslında. Bosna halkını dinlemek ve onları tanıdıktan sonra dertlerine derman olacak çözümü üretmek. Nitekim Fatih de fetihten önce derviş kılığına girerek Bosna halkının arasında dolaşmış ve onları tanıdıktan sonra fethe girişmemiş miydi? Osmanlı’ya yakışan buydu ve ‘Gâvur Padişah’ II. Mahmud’dan beri yapılan bir sürü hatanın asıl sebebi, halkı dinlemeden, tepeden inme kararlar almaktı.
Paşamız önce âsi reisleriyle bir toplantı yapar Mostar’da. Dinler onları ve dinletir sözünü. Saygı uyandırır her haliyle Sırp eşkıyası üzerinde bile. Bu arada bir yardımcısının, bu kadar eşkıyayı bir çadırda toplamışken, basit bir baskınla onları derdest etme teklifini ise “hikmet ü hükümete uymaz” gerekçesiyle reddeder. Çünkü eşkıya da olsa onlar, bir Müslüman âlime ve devlet adamına emniyet edip de gelmişlerdir. Bu davranış, ilkelerine ihanet olurdu Cevdet Paşa için. Gerçek bir “Osmanlı” edebi ve dürüstlüğüyle hareket etmeyi şiar edinen Paşa’nın Bosna maceraları öyle bir iki yazıya sığacak cinsten değildir. Yine de tadımlık olarak bir gözlemini aktaracak yerim kaldı sanıyorum. Saraybosna şehrinde ecnebi konsoloslar uzun kış gecelerini haftada bir balo vererek geçirirlermiş. Cevdet Paşa gibi dini bütün bir din aliminin baloda ne işi var demeyin, Paşa, hoşgörülü yanıyla da çoğumuzdan birkaç fersah ileridedir. Balolara katıldığını ve böylece kış mevsimini “ferâğ-ı bâl”, yani eve kapanmadan geçirdiğini kendisi anlatıyor Tezkire’de. Bir de Bosna’da Müslüman genç kızlarla oğlanların “âşıkdaşlığı”nı, yani “flört”ünü anlatışı var ki, Osmanlı anlayışının enginliğine hayran oluyorsunuz. Onu ve benzeri maceralarını ilerideki bir yazımıza bırakalım isterseniz.

Bir yanıt yazın