Bu sergiye asıl bizim ihtiyacımız var
Dünya tarihçileri, Osmanlı tarihine eğildiklerinde çok farklı ufuklar keşfediyorlar onda. Hem geçmişte işlenen günahlardan tevbe istiğfar ediyor, hem de Osmanlı’nın o zamana kadar her nasılsa fark edilmeden kalmış gizli yönlerini deşifre etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Böylece tarihçilik mesleği, her günü yeni bir keşifle taçlanan bitimsiz bir maceraya dönüşüyor.
Eskiden tersi olurdu. �Yabancılar� tarihimizi çarpıttığı için kızardık onlara; reddiyeler döşenir, Namık Kemal gibi, �Avrupa Şark�ı anlayamaz� derdik. Doğruydu da bir bakıma. Avrupalı seyyah ve yazarların hepsi değil belki ama büyük bir kısmı, Osmanlı devleti ve toplumunu gerçeğe aykırı biçimde sunardı okuruna. Biz Piyer Loti�yi biliyoruz; lakin Fransa�da Voltaire, İngiltere�de David Urquhart gibi Osmanlı yanlıları eksik olmamıştı tarih boyunca. Hatta bu kervana ünlü �hümanist� Montaigne�i bile katabiliriz rahatlıkla.
Tabii tarihçilikteki asıl değişim, İkinci Dünya Savaşı�ndan sonra geldi. Özellikle Fernand Braudel�in �Akdeniz�inin yayınlandığı 1949�dan itibaren Osmanlı tarihi, kapatıldığı sınırlardan dışarı fırladı; önce Akdeniz, giderek Avrupa ve Avrasya, ardından dünya tarihinin onsuz eksik kalacağı bir cildi haline geldi. Şimdilerde Avrupalı tarihçiler artık eskiden dünya tarihi diye yazılan �şeyler�i, Avrupa emperyalizmini meşrulaştırmaya dönük belgeler olarak okuyor ve okutuyorlar; ibretle, hatta yer yer dehşetle.
Dünya tarihçileri, Osmanlı tarihine eğildiklerinde çok farklı ufuklar keşfediyorlar onda. Hem geçmişte işlenen günahlardan tevbe istiğfar ediyor, hem de Osmanlı�nın o zamana kadar her nasılsa fark edilmeden kalmış gizli yönlerini deşifre etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Böylece tarihçilik mesleği, her günü yeni bir keşifle taçlanan bitimsiz bir maceraya dönüşüyor. İki günü eşit geçenin kaybettiği bir yarıştır çünkü tarihçilik. Bize gelince; bırakın iki günü, neredeyse iki asrımız eşit geçmiş görünüyor. Dönüp dolaşıp matbaanın geç gelişini, Baltacı�nın Katerina�yı çadırında ağırlayıp ağırlamadığını, Hürrem Sultan�ın Osmanlı�yı batırdığını tartışıyor olmamız bu yerinde sayma alışkanlığımızın en �çapkın� yönlerini sergiliyor sadece.
Oysa dünyadaki Osmanlı tarihçileri, tarihin tek bir yorumla ve yalnız belli bir açıdan görülmesinin acı yanılgısına işaret ediyor ve tarihçi atalarını kıyasıya eleştirmekten çekinmiyorlar. Çalışmalarını daima önemsediğim Osmanlı tarihçisi Daniel Gofmann�ın Batı tarihçilerini eleştirdiği şu sözlerinin Osmanlı tarihçilerine yönelik olanını ne zaman yazmaya başlayacağımızı merak ediyorum doğrusu: �Osmanlı İmparatorluğu, geleneksel olarak Hıristiyanlığın katili diye görülmüştür; ancak bunun yerine acımasızca hoşgörüsüz olan Hıristiyan Avrupa�dan kaçanlar için bir cennet olduğu hükmüne de varılabilirdi.�
Tarihe Avrupa açısından bakma alışkanlığının bizi getirdiği final, Londra�da Royal Academy of Arts�da açılan �Türkler 600-1600: Bin Yıllık Yolculuk� sergisi oldu. Sergi hakkında yazılanların çoğu, bu sayede İngilizlere ne kadar medenî bir millet olduğumuzun tescillendiği, Avrupa kamuoyunu Türklerin Avrupalılığına ikna etmek için bundan daha iyi bir vesile bulunamayacağı gibi sığ ve yavan laflardı ne yazık ki. Bunları yazan beyinlerin, Avrupalılardan önce kendi kafalarındaki �Türk ve Osmanlı� imajını düzeltmeleri gerektiğini bilmeleri daha faydalı olmaz mıydı dersiniz?
Osmanlı dünyasının hayal bile edemeyeceğimiz büyüklüğünü görmek için ta Londra�lara gitmemiz, İngilizlerin gözbebeklerinde beliren pırıltıdan medet ummamız gerekiyor anlaşılan. Ne yani, Londralılar beğenmese ve sergiyi sadece üç beş kişi gezse, üzüntümüzden kahrolup malzemeleri Londra Köprüsü�nden aşağı mı atacağız? Her Allah�ın günü utandığımız Osmanlı�dan kaçacak delik arayalım, ama sergilediğimiz Osmanlı�yı Avrupalıların beğenmesi için çırpınalım. Ne hoş değil mi?
Gerçi onların bize ihtiyaçları yok zaten. Maşallah, Osmanlı Devleti�nin yalnız Rumlar ve Ermeniler gibi Doğu Hıristiyanlarına değil, Macaristan�daki Ünitaryanlar, Fransa�daki Huguenotlar ve İngiltere�deki Luteranlar gibi Batı Hıristiyanlarına da kucak açtığını yine onların tarihçilerinden okuyoruz. Nitekim 16. yüzyılda Great Yarmouthlu Samson Rowlie�nin nasıl olup da Osmanlı haremine girdiği ve Hasan Ağa adıyla sarayın en güçlü kişilerinden birisi olduğu, İngiliz kamuoyunun en ziyade merak ettiği konulardan olmamış mıydı? Aynı Hasan Ağa�nın İngiliz tüccarlarına Osmanlı limanlarından yapacakları ticarette yardımcı olduğunu; ama bunu yaparken de �Osmanlı çıkarlarını korumaya� özen gösterdiğini İngiliz okurları bizden çok evvel öğrenmiş durumdalar.
Clive Ponting�in yazdığı �Dünya Tarihi�ni okurken dehşete düşmemeniz imkânsız. Çünkü yazar, bize Cezayir�de cellatlık yapan Abdüsselam adlı birisinden bahsediyor ki, kendisi asıl adı Absolom olan Exeterli bir kasaptır. En önemli Osmanlı generallerinden birisi, İskoçyalı Campbell�dır. Campbell Müslüman olup Yeniçeri Ocağı�na girmiş ve yeteneğiyle komutanlığa kadar yükselmiştir. Yine 1606 yılında, İngiltere�nin Mısır konsolosu olan Benjamin Bishop, Müslüman olup sessiz sedasız aramıza karışmıştır.
Yalnız bir olay var ki, onu anlatmasam bu yazının tuzu eksik kalır. 17. yüzyılda İngiliz Kralı II. Charles, Hamilton adlı bir kaptanı, Kuzey Afrika�da köle yapıldığına dair haberler alınan İngilizleri fidye ile kurtarmakla görevlendirir. Hamilton araya sora bulur esirlerin izlerini. Ne var ki gördükleri karşısında kelimenin tam anlamıyla şok geçirir. Çünkü köle yapıldı diye duydukları İngiliz esirler, Müslüman olup Osmanlı yönetim kademelerine girmiş ve hatırı sayılır mevkilere yükselmişlerdir. Bu sırada ciddi bir servet yapmışlardır ki, bu serveti kendi vatanlarında hayallerinde bile görmeleri mümkün değildir. Evlenip çoluk çocuğa karışmışlardır hepsi de. Sonuçta bu �İngiliz esirleri�, Kaptan Hamilton�un vatanlarına geri dönme teklifini reddedip onu eli boş gönderirler Kral�ın huzuruna.
Ponting, Osmanlı sistemi kimseyi dışlamayan tavrıyla dönemindeki pek çok Hıristiyan devletten daha hoşgörülüydü, diyor Londra�da basılan kitabında. Biz ise Londra�daki sergiye gelenlerin �Türkler�i ilk defa göreceklerini ve böylece imajımızı düzelteceğimizi sanıyoruz. Bilmiyoruz ki �onlar� bizi bizden iyi tanıyorlar; yine bilmiyoruz ki, �biz� Osmanlı tarihinin büyüklüğünden cahil kalmış son toplumuz!