Birkaç yıl önce Kütahya’da evinde tanıştığımız –Allah sağlıklı ömür versin- İsmail Hakkı hoca hiç teklemeden sürekli anlatıyordu:
“Çocuk sayılacak yaştaydım. Bir gün çalıştığım köfteciye bir polis memuru geldi, ablamın nezarethanede olduğunu haber verdi. Ablam ve nezarethane! Ne alakası olabilir? diye düşüne düşüne o önde, ben arkada karakola vardık. Hakikaten ablam demir parmaklıkların arkasında ağlıyordu. ‘Noldu, neden buradasın?’ diye sorduğumda bana polis tarafından kesilmiş çarşafını gösterdi. Kendisini çarşaflı yakalayınca gözaltına alıp buraya getirmişler. ‘Para cezasını öde, bırakalım’ demişler. Kadıncağızın yanında parası olmadığı için beni çağırtmıştı kurtarmam için. Para cezası dedimse az buz bir şey değil, belki 10 aylık maaşım. Mecburen dükkâna dönüp patronumdan avans istedim. Verdi Allah razı olsun. Cezayı o borç parayla ödedim ama bu defa ablamı kesik de olsa çarşafıyla dışarıya çıkaramayacağımı söyledi polisler. Çağdaş bir kıyafet bulmalıymışım! Neyse, çarşıya gidip bir erkek pardösüsü satın aldım da, ablama giydirip eve öyle getirebildim.” (Elimdeki video kaydını ileride yayınlayacağım.)
İyi bilelim ki, Edremit’te icra edilen iğrençlik bugünün meselesi değil. Çarşaf düşmanlığı 1920’lerde başlayan ama zirve noktasını 1930’ların ortasında bulan bir yukarıdan dayatmacılığın has mahsulü. İstiklal Savaşı yıllarında öve öve göklere çıkarılan çarşaf ve peçe, inkılaplar döneminde “yeni Türkiye”nin ötekisi ilan edilerek itilip kakılmış, geriliğimizin sembolü olarak değerlendirilmiş, nihayet 1935 yılının başında bir yerlerden emir verilmişçesine valilikler eliyle yasaklanmış, hatta yukarıda anlattığımız hadisede olduğu gibi suçüstü yakalananlar(!) usulünce cezalandırılmıştır.
Devlet Arşivlerine ve gazete koleksiyonlarına girince çarşaf ve peçe yasağıyla alakalı binlerce belge saçılıyor ortalığa. Burada bir arşiv belgesi ile bir gazete haberini vermekle iktifa edeceğiz.
Çarşafı yasaklayan belgeler
Belgemiz çift hilalli, yani çok gizli kategorisinde bir emri anlatıyor. Aydın Valiliğinden İçişleri Bakanlığı’na yazılmış. Aşağıdaki ifadeler manidardır:
“Türk kadınının ulusal kıyafetini de Kemalist devrimin amacına göre koyması çok önemli ve gerekli bir iş olduğundan yabancı adetlerin ulusun başına doladığı çarşaf, peçe, üstlük, peştemal gibi örtülerle sokağa çıkmaları Şar (İl) Kurulunca yasak edilmiş ve işbu karara aykırı hareket edenlerin Belediye ahkâm-ı cezaiye kanununa göre (…) cezalandırılmalarına oybirliğiyle karar verilmiş(tir).”
Binlerce gazete haberinden biri ise Çankırı’da getirilen yasaktan bahsediyor (Ulus, 1 Ocak 1935). Çankırı peçe ve çarşaftan kurtuluyormuş habere göre. Ciddi ciddi geniş katılımlı bir toplantı düzenlemişler. Belgede şöyle deniliyor:
“Atatürk’ün açtığı yeni yollarda Çankırılıların beraber bulunması için kadınlarımızın giyim usulünün değiştirilmesine, peçe ve çarşafların kaldırılmasına karar verilmiş ve bu kararın derhal tatbikine geçilmiştir”.
Çalıkuşu, neler çektin inkılap yobazlarından?
Öte yandan liselerde okuttuğumuz 100 Temel Eser’den Çalıkuşu’nun ilk baskısı 1922 yılında yapılmıştı. Nitekim İstiklal Savaşı yıllarında okuryazar askerlerimizden bazılarının çantalarında elden ele dolaştığını ve toplu olarak defalarca okunduğunu bildiğimiz bu sevilen romanın karanlık bir yönü vardır ki pek bilinmez. Çalıkuşu ilk basılışından 16 yıl sonra laik rejimin zihniyetine uygun hale getirilmiş, yukarıdan verilen talimatlarla kurgusundan başlayıp bazı parçalarının değiştirilmesine kadar bir dizi operasyon geçirmiştir (buna edebiyatta ‘dirijizm’ deniliyor).
Araştırmacı N. Ahmet Özalp’ın Kaşgar dergisinin Temmuz 1999 tarihli 10. sayısında çıkan makalesi bu operasyonu ana hatlarıyla ortaya koyması bakımından emek mahsulü bir çalışmadır (s. 29-36). Aşağıda o yazıdan aldığım bazı noktaları sizinle paylaşacağım.
Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu’na, yazdığı dönem icabı hem dinî, hem de geleneksel tasavvurun birçok unsuru yerleştirmişti. Bunlar yayınlandığı yıllar için normal olmakla beraber Cumhuriyetten sonraki dini adeta hasım gören yanlış laiklik uygulamaları atmosferinde rahatsız edici hale gelmiş, bu sebeple bizzat yazarı 1938 yılında romanı yeniden yayınlarken eserin bazı kısımlarını değiştirmek mecburiyetinde kalmıştı.
Önce güncel bir misal. Çarşaf üzerine olsun mu?
Mesela aşağıdaki ifade kitabın Cumhuriyetten önceki baskısında mevcut iken sonraki baskılarında sırra kadem basmıştır:
“Matmazel Orani ağır ağır başını salladı: ‘Çok tuhaf… Bu çarşafta garip hassalar var. Kadını yalnız daha güzel göstermekle kalmıyor… ona dediğiniz gibi mahzun bir ciddiyet veriyor.” (sayfa 5)
Tabii ki 1930’ların sonunda çarşafın bir kadını daha güzel gösterdiğini dile getiren cümle sakıncalı bulunmuş ve romandan tıraşlanmıştır.
Ayrıca Osmanlı döneminde imparatorluk sınırları içinde bulunan yer isimleri (Kürdistan, Irak, Arabistan, Musul, Hanikin, Bağdat, Kerbela gibi) sonraki baskılarda çıkarılmış, hatta Feride’nin bakıcılığını üstelenen Hüseyin, Bağdatlı bir süvari neferi iken yeni baskılarda “Bağdatlı” kelimesi bilinçli olarak uçurulmuştur.
Dinî muhtevalı ve çağrışımlı kelimeler de meşhur sansür tırpanından nasibini almıştır. Ya ayıklanmış veya yerlerine başka kelimeler kullanılarak yok edilmiştir. Mesela ilk baskıda “dinini seversen benden de selam yaz” cümlesi “beni seversen benden de selam yaz”a çevrilmiştir (sayfa 139).
Bu arada ilk baskıda Hatice Hanım, Zeyni Baba’nın türbesine gitmek isteyen Feride’ye orada dua etmesini söylerken sonradan yapılan baskılarda sadece ziyaret etmesine söyler hale getirilmiş, kendince “laikleştirilmiştir”.
Tabii bir de ilk baskıda şehid düşen jandarmalardan bahsedilirken yeni baskıda jandarmalar sadece “ölür”. Bunu okuyunca şehitlik kavramı nerelerine batmıştır acaba? diye merak ediyor insan ister istemez.
Böylece İslamı ve Osmanlıyı çağrıştıracak bütün terimlerden temizlenen ‘steril’ Çalıkuşu’nu okuyoruz bugün. Bilmekte fayda var diye düşündüm. Bir de Edremit’teki olayın arka planında hangi zihniyetin soyağacı yatıyor, öğrenelim istedim.