Artık o kanaate vardım ki, biz ne kendi tarihimizi, ne de çevremizde dönen dünyanın tarihini biliyoruz. Giyim kuşamı ele alan hemen her yazı, Osmanlı padişahlarının kadınların açık saçık giyinmelerini nasıl yasakladığını ama kadınların yine de bu yasaklara uymadıklarını (“direndiklerini”) dile getirebiliyor.
İşte Sultan III. Ahmed’in kadınların giyimini kısıtlayıcı fermanı, işte Sultan III. Selim’in kadınların İngiliz kumaşından mamul ferace giymelerini yasaklayan emr-i âlisi… Ve nihayet Sultan II. Abdülhamid’in sözde çarşafı yasakladığı şu meşhur irade-i seniyye…
Geçen yazımda bir belgenin nasıl okunmaması gerektiğine dair örnekler vermiş ve sizi Sultan Abdülhamid’in iradesiyle yüz yüze getirmeyi denemiştim. Bazı okurlarımın, ‘İyi de ne diyor bu belge? Hiçbir şey anlamadık’ yollu sitemlerinden çıkardığım sonuç şu ki, çıplak, yani yorumsuz belge kördür. Hep belge, belge diyoruz ya, işte belge. Yayınlıyorum ama yine de yorum isteniyor. Yayınlamakla ne demek istiyormuşum… Ne diyeyim, bir tek Hakan Aygün anladı beni; sunduğum belgenin sanıldığı gibi çarşafı yasaklamadığını, tam tersine Şeriata aykırı giysileri yasakladığını yazdı ki, doğrusu da buydu.
Ancak Soner Yalçın’ın Hürriyet’te çıkan, çarşafın Hititlerden geldiğini ‘kanıtlayan’ yazısını her nasılsa atlamışım. Büyük kayıp doğrusu. Yalçın, bu ibretlik yazısında güya çarşafın İslamiyet’le alakası olmadığını ispatlamayı kafaya koymuş ya, onu Anadolu’nun eski sakinlerine kadar postalamayı marifet sayıyor. Hani hiç fena fikir değil. Demek ki çarşaf bazılarının iddia ettikleri gibi ‘çöl Arapları’ndan gelmemiş, sütbesüt Anadolu kökenli bir giysiymiş! E o zaman neden karşı çıkıyoruz ki Anadolu’nun bu öz ve yerli icadına? Desteklesenize Anadolu’ya ait bir fiysi ise. Yok, mahut kesimin derdi Anadoluculuk filan değil. Bir şey İslamî olmasın, yeter. Gerisi teferruattır.
Latife bir yana, sanıyoruz ki, Avrupalı kadınlar eskiden beri açıktı. Kimsenin kılık kıyafetine karışılmıyordu. Kapalılık bize mahsustu. Tam tersine, şunu rahatlıkla ileri sürebiliriz ki, Lady Craven adlı kadın seyyahın dediği gibi, Osmanlı kadını, Batı’daki hemcinslerine göre ‘daha özgürdü’. ‘Neden?’ diye soracak olursanız, iki cevabım var.
İlki, Lady Craven’a bakılırsa, bir Osmanlı paşasının karısı, kocasıyla beraber olmak istemiyorsa yapacağı tek şey, terliklerini harem kapısının önüne bırakmakmış. Ne var ki, 19. yüzyıl İngiltere’sinde kadınların böyle bir ‘cinsel özgürlükleri’ bulunmuyormuş!
İkincisi ise İsviçre’nin Basel Yönetimi, kadınların giyimini 16. yüzyılda en katı biçimde belirlemiş ve yasakları tam iki asır boyunca uygulamış; nitekim 1727 yılında kadın giyiminin nasıl olması gerektiği konusunda tam 41 toplantı yapmıştı. Mesela 1728’de Zürih şehir konsili, kadınların boynunun açıkta bırakılmasını ‘son derece tahrik edici…, Tanrı’nın hiç hoşuna gitmeyecek bir fiil’ olarak ilan etmiş ve yasaklamıştı.
‘Artık şu çarşafın tarihine gelseniz sayın tarihçi. Bir haftadır parmaklarımız havada, Zürih’i mi bekledik?’ diyorsanız haklısınız, geldim. Tam oradayım.
1. Çarşafın Osmanlı kadınının tek dış giysisi olduğu bir yanılsamadır. Ferace, bürgü ya da bürük, yeldirme, ehram, car, maşlah gibi birçok kıyafetleri vardı. Bunlardan maşlah, genellikle mesirelerde giyilirdi. Yeldirmeyi köylü kadınlar giyerdi ve bugünkü başörtülü ve pardesülü kadın giyimini andırırdı. Ehram bugün Erzurum ve Urfa gibi Aanadolu şehirlerinde hâlâ giyilir. Bürük veya car ise çarşaftan farklıdır. Ferace, ağzı örten yaşmakla tamamlanan, özellikle İstanbul kadınlarının uzun yüzyıllar boyunca giydikleri bir giysiydi vs.
2. Çarşaf beyazdan siyaha kadar pek çok renkte olurdu. En bilinenleri siyah, lacivert, mor, güvez rengi ve nefti idi. Gençler arasında mavi, turkuvaz, yeşim ve leylak rengi tercih edilirdi. Şam’ın sırmalı, yanar döner çizgili çarşafları ise meşhurdu. Yani tek bir çarşaf renginden söz edilemez. Siyah çarşafın yaygınlaşması son devre mahsus bir gelişmedir.
3. Tek bir çarşaf modelinden de söz edilemez. ‘Car’ denilen (Arapçadaki ‘izar’ kelimesinden bozma) tek parçadan oluşan dikişsiz dört köşe bir kumaşa sarınmak da, biri baş ve vücudun üst kısmını dizlere kadar örten pelerin ile belden ayaklara kadar inen eteklik ve bunu tamamlayan peçe şeklindeki giysi de çarşaf olarak adlandırılıyor. Velhasıl, tek bir çarşaf türü yok, çarşaflar vardır.
4. Osmanlı’da kadınlar başından beri çarşaf giyiyor değillerdi. Peki çarşaf ne zaman ve nasıl geldi Osmanlı toplumuna ve nasıl olup da alternatifleri arasından sıyrılıp yayılma imkânını buldu?
Bu noktada bazı yazılı tanıklar, ilk çarşafın İstanbul’a Subhi Paşa’nın Şam valiliği sırasında ve onun harem kadınları tarafından 1871 senesinde geldiğini söyler. Lakin bu oldukça geç bir tarihtir. Bunu başlangıç olarak alsak bile Cumhuriyet ilan edildiğinde çarşafın Türkiye’deki ömrü yarım asra zar zor ulaşmış bulunuyordu. Ferace karşısında yaygınlaşmasının ise 1890’lara doğru gerçekleştiğini görüyoruz. Nitekim bize Osmanlı kadın tarihiyle ilgili değerli bilgiler bırakan sarayı Leyla Saz, 1878’de İstanbul’da ferace giyildiğini, ilk çarşafı, eşinin valiliğe tayini üzerine Trabzon’a gidince diktirdiğini ve İstanbul’a dönüşünde kadınların çoğunun çarşaf giymeye başladığını görüp şaştığını anlatır. Yani aslında çarşaf, onu yasakladığı söylenen Sultan Abdülhamid döneminde yaygınlaşmıştır!
5. Peki çarşafın Osmanlı şehirli kadınları tarafından bu denli benimsenip tutulmasının sebebi neydi? Belki şaşıracaksınız ama ilk gösterilen sebep, modaydı! Yani bir çarşaf modası başlamış ve İstanbul kadınları ferace-yaşmağı bırakıp çarşaf ve dallı yemeniden peçe ile sokağa çıkmaya başlamışlardı. Kabarık kollu elbiseler giyinen kadınların ferace ile rahat edemedikleri için çarşafı tercih ettiklerini söyleyenler veya ucuzluğunu ileri sürenler varsa da, bence asıl sebep başkadır. Leyla Saz’ın kanaatine katılıyorum: O zamanın âdeti gereği kadınlar sokağa yalnız başlarına çıkamazlardı. İşte çarşaf giyen kadın, bir arkadaşa ihtiyaç duymadan yalnız başına sokağa çıkabiliyordu. Yani çarşaf kadını ikinci sınıf haline getirmiyor, tersine yalnız başına kamusal alana çıkmasını kolaylaştırıyor, yani onu bir nevi özgürleştiriyordu.
Bundan çarşafın kadını köleleştirmediği, tam tersine, bizzat kadınlar özellikle tarafından tercih edildiği ve kamusal alanda kadını özgürleştirici bir işlev yüklendiği sonucunu çıkarabiliriz. Tutulup benimsenmesinin gerçek sebebi de buydu.
Ayrıca peçenin kadına ‘görünmeden dikizleme’ gibi sosyal ilişkilerde mutlak bir avantaj temin ettiği gerçeğine neden gözlerimizi kapatalım? Belki de CHP’nin 1935 Kurultayı’nın çarşaf ve peçeyi yasaklatmaya çalışmasının altında, onun iktidarın gözetleme mantığını boşa çıkaran bu müthiş direnç boyutu yatıyordu.
10 Mart 2008
-
Leyla Açba, Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları, İstanbul 2004, L&M Yayınları, s. 85-86.
-
Ahmet Rasim, “Eski İstanbul kadınlığının zarafet sırları”, Resimli Tarih Mecmuası, Sayı: 18, Haziran 1951, s. 784-786.
-
Cihan Aktaş, Tanzimattan Günümüze Kılık Kıyafet ve İktidar, cilt 1, İstanbul 1989, Nehir Yayınları, 3. bölüm, s. 51-70, özellikle s. 67 vd.
-
Sabahat Alp, “Kadın ve tesettür”, Tarih Konuşuyor, cilt 5, Sayı: 25, Şubat 1966, s. 2089-2091.
-
Meral Altındal, “Şeyhülislam Abdurrahman Nesib Efendi’nin tesettüre dair beyannamesi”, Toplumsal Tarih, Sayı: 87, Mart 2001, s. 24.
-
Metin And, 16. Yüzyılda İstanbul, İstanbul 1993, Akbank Yayınları, s. 194-199.
-
Süleyman Ateş, “Örtünme”, Kur’an Mesajı, Sayı: 10-12, Ağustos-Ekim 1998, s. 14-26.
-
F. Karabıyık Barbarosoğlu, Moda ve Zihniyet, İstanbul 1995, İz Yayıncılık, s. 138-141.
-
Rukiye Bulut, “İstanbul kadınlarının kıyafetleri ve II. Abdülhamid’in çarşafı yasaklaması”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 8, Mayıs 1968, s. 34-36.
-
Filiz Çağman, “Selçuklu ve Osmanlı dönemleri”, Anadolu Kadınının 9000 Yılı, İstanbul 1994, Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü Yayınları, s. 42-46.
-
Fanny Davis, The Ottoman Lady, Greenwood Press, 1986, chapter 11, s. 187-206.
-
A. Dozy, Dictionairre detaille des noms des Vetements chez les Arabes, Beyrut ?, s. 122-124.
-
Vahdettin Engin, Sultan Abdülhamid ve İstanbul’u, İstanbul 2001, Simurg Yayınları, s. 53 vd.
-
Sargon Erdem, “Car”, TDV İA, 7, İstanbul 1993, s. 157.
-
Gofrey Goodwin, Osmanlı Kadınının Özel Dünyası, Çeviren: Sinem Gül, İstanbul 1988, Sabah Kitapları, s. 173-179.
-
İskilipli Atıf Hoca, İslâmî Tesettür, Hazırlayan: N. Mustafa Genç, İstanbul ?, Şelale Yayınları.
-
Charlotte Jirousek, “The transition to mass fashion system dress in the Otoman Empire”, Editör: Donald Quataert, Consumption Studies and the History of the Otoman Empire, 1550-1922: An Introduction, Albany: SUNY Pres 2000.
-
Dina Riz Khoury, “Terlikler kapıda mı, kapalı kapılar ardında mı: Ev içinde ve kamusal mekânda Musullu kadınlar”, Editör: Madeline C. Zilfi, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları, Çeviren: Necmiye Alpay, İstanbul 2000, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 101-121.
-
Reşad Ekrem Koçu, Türk Giyim, Kuşam ve Süslenme Sözlüğü, İstanbul ?, Sümerbank Yayınları.
-
Mehmed Tahir, Çarşaf Mes’elesi, İtimad Kitaphanesi İstanbul 1331.
-
Leyla Saz, Harem’in İçyüzü, İstanbul 1974, Milliyet Yayınları, s. 223-228.
-
İrvin Cemil Schick, Batının Cinsel Kıyısı: Başkalıkçı Söylemde Cinsellik ve Mekânsallık, Çeviren: Savaş Kılıç ve Gamze Sarı, İstanbul 2001, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 202-203.
-
Frithjof Schuon, “The mystery of the veil”, Studies in Comparative Religion, II, 1877, s. 66-83.
-
Sebahattin Türkoğlu, “Çarşaf”, TDV İA, 8, İstanbul 1993, s. 231-232.
-
Özgür Türesay, “Mecmua-i Ebüzziya’da tesettür meselesi ve feminizm tartışmaları”, Toplumsal Tarih, Sayı: 87, Mart 2001, s. 16-23.
-
Hakkı Uyar, “Çarşaf, peçe ve kafes üzerine bazı notlar”, Toplumsal Tarih, Sayı: 33, Eylül 1996, s. 6-11.
-
Gillian Vogelsang-Eastwood, “The Iranian chador”, Journal for Dress and Textiles of the Islamic World, 1 (2005), 139-158 (20. yüzyılda giyilen çador tipleri).