2. Dünya Savaşı bitmiş. Büyük ölçüde Amerika’nın zorlamasıyla çok partili hayata istemeye istemeye geçilmiş. Milli Mücadele’de Fransızları püskürttükleri için Arslanköy adını almış olan Mersin’in bu köyüne 23 Şubat 1947 muhtarlık seçiminden önce vali ve jandarma komutanı bir nezaket ziyaretinde(!) bulunmuş ve kibarca “Oylarınızı CHP’ye vereceksiniz” buyurmuşlardı. Halkın oyuna el koymaya kalkıyorlardı alenen.
İnat değil mi, köy halkı da gitmiş, oyunu Demokrat Partili adaya vermişti. Vali sonuçları öğrenince Ankara’dan fırça yememek için seçimlerin tekrarlanmasını arzu buyurdu. Nitekim seçimler tekrarlandı ama bir kere yöneticilere güvenini yitirmiş olan Arslanköylüler yine oylarına el konulacağını anlayınca seçim sandığını dağa kaçıracaktı.
Tabii devletin milletten kaçırdığı oylara ses çıkarılmazken, halkın kendi oylarına el koyması devletlularca “isyan” kapsamında değerlendirildi. Köyde kalan yaşlı, kadın ve çocuklar jandarma tarafından toplanıp hapse atıldı. Dağda jandarmadan seçim sandığını kaçırmakta olan köylüler de, çocukları rehin alınınca el mecbur dönüp teslim oldular ve tıpkı Ortaçağ’daki gibi zincire vurularak mahkemeye sevk edildiler…
Bu, CHP’nin sözde çok partili hayata geçtikten sonraki zulümlerinden biriydi. Buradan Tek Parti devrinde (1925-1945) neler yaptıklarını varın, kıyas eyleyin.
Bugün “14 Mayıs” denilince önümüzdeki seçimler geliyor olabilir aklımıza: bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBMM’deki grup toplantısında bahsettiği kadarıyla Menderes ve Demokrat Parti’nin CHP karşısında kazandığı seçim zaferi olduğu. Hâlbuki bizim neslin baba ve anneleri, daha gençlerin ise dede ve nineleri o karanlık günleri bizzat yaşamış ve çile çekmiş insanlardı. Ben şahsen onlardan çok şey dinledim, sonra okudum, araştırdım ve anlattıklarının eksiğinin olup fazlasının olmadığını öğrendim.
Arslanköy yerine Senirkent faciası da anlatılabilirdi, Özalp’ta 33 vatandaşın kurşuna dizilmesi de, 155 Azeri Türkünün Kars, Boraltan Köprüsü’nde Sovyetlere teslim edilip göz göre göre kurşuna dizdirilmesi ve daha nice şenaat ve rezalet de…
İşte bu yıl 73. yıldönümünü idrak edeceğimiz ve halk iradesinin meclise ilk kez tam ve serbest bir şekilde yansıdığı 14 Mayıs 1950 seçimlerinin kıymetini hakkıyla değerlendirebilmek için 1946-50 dönemini daha bir dikkatle incelememiz gerekir. Zira demokrasimizin bugünkü düşmanlarının hakiki çehresini ancak o sancılı yıllarla yüzleştiğimizde idrak edebiliriz.
Milletin rehinden kurtulduğu gün
Elimde o zaman DP Genel Başkanı olan Celâl Bayar’ın 3 Eylül 1949’da Ödemiş’te yaptığı konuşmanın broşürü var. Bu 16 sayfalık “Nutuk” bize o günlerin havasını soluma imkânını vermesi bakımından hayatî bir belge hüviyetinde.
Bayar’ın konuşmasına göre; CHP, 1949 yılında Ege bölgesindeki oyların elden gittiğini fark edip bir çıkarma yapmak ihtiyacını duymuştur. “Ege’yi fethetmek” diye formüle edilen bu çıkarmanın esasında DP’nin önünü çevirme çabası olduğu besbellidir. Ancak bugünkü hal bizi yanıltmasın: CHP için 1949’da Ege’ye gitmek, şimdilerde “Diyarbakır’a gitmek” neyse oydu. Açıkçası biraz cesaret isterdi. Bilelim ki, Ege bölgesinin bugünkü seçmen profiline bürünmesi son 50 yılın sosyolojik hadisesidir.
ÖNE ÇIKAN VİDEO
Bu bilgiyi şunun için önemsiyorum: CHP, kuruluşundan itibaren DP’nin halktan gördüğü muazzam ilgi karşısında tabandan koptuğunu nihayet fark edip karşı atağa geçmişti. Ne yazık ki çok geç kalmışlardı. Yıllar yılı devlet ile partiyi kelepçeleyerek kurdukları, vatandaşın nefes almasını dahi zorlaştıran çelik idare, şimdi toprağın ayağının altından kaymakta olduğunu görüp toparlanmak istiyordu ama nafile!
Bu ülkenin CHP’nin malı olduğu ve ona emanet edildiği düşüncesinden zinhar vazgeçmeyenleri bugün de görmüyor muyuz? İşte Celâl Bayar’ın Ödemiş konuşması bu sözde hakkı sorguluyordu. Hem de son derece önemli bir kavram üzerinden sorguluyordu:
“Millet iradesine boyun eğmek istemeyenler, vatandaş hak ve hürriyetlerinin üzerine oturanlar Demokrat Parti’nin millet hakimiyeti davası ile siyaset sahasına girişini sarih haklarına yapılmış bir tecavüz addederek daha ilk günden [faaliyete] başlamışlardı. Bu hakkı nereden almışlardı? Bu bir FETİH HAKKI mıydı? Yoksa kendileri bu ülkeyi idare için Allah tarafından mı gönderilmişlerdi? Yoksa kendilerini bu memlekete ve bu milletin mukadderatına bi’l-irs ve’l-istihkak (miras ve kazanç hakkı olarak) sahip ve hâkim mi farz ediyorlardı?”
Bayar’ın tespitine eklenecek en münasip söz, herhalde 14 Mayıs’ın mimarlarından Başbakan Adnan Menderes’in 5 yıl sonra, 1954’de TBMM’de yaptığı bir konuşma olacaktır. Aşağıdaki alıntıdan anlaşılacağı gibi Menderes aslında hangi kurtlarla dans ettiğini gayet iyi biliyordu. “Bizim bütün günahımız, iktidara gelmemizdir” diyor ve şöyle devam ediyordu sözlerine:
“Affetmez bir kin, bizi bu günahımız için ölünceye kadar takip edecektir. Ağzımızla kuş tutsak, Allah’ı semavattan şahit diye yerlere indirsek, kabul etmelerine imkân yoktur. Çünkü onları tatmin edecek olan hırs, sadece iktidara gelmekten ibarettir. Bunda da onları haklı görmek lazımdır. Çünkü uzun seneler, bir HAKK-I FETİH olarak bu memlekete sahip oldukları zannında olanlar, hayatlarının ileri devresinde ruhlarına girmiş olan bu kanaati değiştirmek imkânını bulamazlar.”
Hastalığın teşhisi özetle buydu.
Hasolar ve Memolar
Türkân Saylan’ın “Biz asılız, bu ülkede bizim istemediğimiz hiçbir şey olmaz” küstahlığı da buradan kaynaklanıyordu, “Şimdi bu memleketi Haso ile Memolar mı yönetecek?” diyenlerin hazımsızlığı da.
Bu yüzden Türkiye’deki demokrasi mücadelesi Batı örneklere bakılarak açıklanamaz. Bu mücadele, “sağ ile sol” veya “muhafazakârlar ile demokratlar” arasında değildir. Ülkeyi ve milleti bir FETİH HAKKI olarak kendi varlıklarına emanet edilmiş görenler ile ülke ve milleti rehinden kurtarmak için uğraşanların mücadelesidir.
Zoraki geçtiği çok partili hayatta 1946 seçimlerine hile karıştırarak vatandaşın oyuna da el koyan, muhtarlık seçimlerinde halka dayak atarak iktidarda kalmak için her kanunsuzluğu meşru gören CHP iktidarı nihayet 1950 yılında sandık kapanına yakalanmıştı. 14 Mayıs ülke ve milletin rehine olmaktan kurtulduğu gün olarak hatırlanmalı ve anılmalıdır.
14 Mayıs sadece bu mesajı verdiği için dahi hatırlanmaya değer bir gündür.