1925 yılının 24 Nisan’ındayız. Bir bayram arifesindeyizdir, günlerden Cumadır. Bir akşam Üsküdar’daki evine döndüğünde kendisini polislerin aradığını, karakola uğramasını istediklerini öğrenir. Bu sırada evine gelen polisler kendisini alıp karakola teslim eder. Burada Ankara İstiklal Mahkemesi’ne gideceğini öğrenirse de suçunun ne olduğunu öğrenme imkânını bulamaz. Kendi ifadesiyle “Bilmediği bir felaketi beklemek, felaketin kendisinden de beterdi(r).”
“Tıkıldığı dar odanın bir tarafında peyke vardı; şilte yoktu. Paltosunu çıkarıp üzerine attı… Sabaha kadar, kafese konulmuş vahşi bir hayvan gibi bir sağa, bir sola gidiyor ve düşünüyordu: İstiklal Mahkemesi’ne verilmesini gerektiren suçu neydi?”
Ertesi gün Haydarpaşa Garı’na getirilir. Ankara treninin kalkmasına daha çok vardır. Bu sırada aynı mahkemeye götürülmek üzere gara getirilen dostu M. Zekeriya (Sertel) çıkagelir. Gerçeği ondan öğrenecektir. Meğer dergisinde yazdığı bir hikâye yüzünden başları beraberce derde girmiştir.
Haydarpaşa’dan kalkan katar uflaya puflaya Ankara’ya revan olur. Ankara’da karakola götürülürler. Dante’nin cehennemini andıran karakoldan inşaatı henüz bitmemiş olan Cebeci Hapishanesini boylarlar. İkisini de birer hücreye koyarlar ama hücrelerin tavanı açıktır, gökyüzü görünmektedir. Halikarnas Balıkçısı şöyle anlatır odasını:
“Odanın ortasındaki moloz bir metre yüksekliğinde bir tepecik oluşturuyordu. Oda o gün sıvandığı için hâlâ ıslaktı. Tavanı da daha yapılmamıştı. Pencerenin kasası vardı, ama pencere kapakları ve camları yoktu…”
Hikâyeden olmayan hikâye
Tutuklanıp İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmesine sebep olan o uğursuz hikâye Resimli Hafta dergisinin 13 Nisan 1925 tarihli 35. sayısında çıkmıştı. Yazı aslında masumane bir insanî dramı anlatıyor ve anlatılanlar birebir gerçek olaylara tekabül ediyordur. “Hapishanede idama mahkûm olanlar bile bile ölüme nasıl giderler?” başlığını taşıyan hikâyede Birinci Dünya Savaşı sonlarına doğru asker kaçaklarıyla dolan memlekette dört firari askere idam cezası verilmesi anlatılıyordu. Sanki düğüne gider gibi metin, vakur bir şekilde idama giden bu mahkûmların hikâyesi İstiklal Mahkemesi’nin hoşuna gitmemişti, çünkü halkı askerlikten soğutma ve devleti kötüleme cürümlerini işlediğine kanaat getirmişlerdi.
Yazının dergide çıkması üzerine Ankara İstiklal Mahkemesi derhal Başbakanlığa bir yazıyla başvurup derginin sahibi ve hikâyenin yazarı hakkında Takrir-i Sükûn Kanunu’na göre bir karar alınmasını tavsiye etmiştir. Bakanlar Kurulunun 18 Nisanda toplanarak aldığı 1808 sayılı kararın altında Türkiye Reisicumhuru Gazi M. Kemal ve Başvekil İsmet ile 11 bakanın imzaları bulunmaktadır. Yazının “halkı askerlikten soğutmaya yönelik bir mahiyette ve seferberlik aleyhine bir kasd-i mahsus ile ustaca tertip edilmiş olup kamuoyunu karıştırmak gayesi güttüğü” hükmüne varılmış ve dergi yasaklanarak sahibi ve yazarı İstiklal Mahkemesi’ne verilmiştir.
Kaç gün kaldığını hatırlayamadığı bu hapishane odasından polislerce alınan Cevat Şakir, günün birinde Zekeriya Bey’le birlikte İstiklal Mahkemesi huzuruna çıkarılır. Zekeriya Bey’in dostu Nebizade Hamdi Bey adlı kişi eski Trabzon milletvekilidir. Başlarına ne geleceğini onun vasıtasıyla öğrenmeye çalışırlar. İki sanık ölüm korkusu içinde titreşirken Nebizade Hamdi yanlarına gelir ve “Hiç korkmayın” der, “sizi idama mahkûm edecekler, fakat asmayacaklar, affedecekler!” İnanamazlar bu habere bir türlü. Çünkü:
“Şaka değil, o mahkeme ölüm-kalım hükmünü veriyordu. Hem temyizi filan da yoktu. “Git!” dedi miydi şipşak âhireti boyluyordun.”
Tam da bu satırların yazıldığı gibi bir 28 Nisan günüdür. Sanıklar bunalımlı bir gecenin sabahında tekrar İstiklal Mahkemesi’nin huzuruna getirilir. Son savunmalarını yaparlar. Ardından karar açıklanır: Üçer yıl kalebentlik… Yani cezalarını bir kalede çekecekler, bir yere ayrılamayacaklardır. Cevat Şakir’i Halikarnas Balıkçısı yapacak olan kalebentlik de Bodrum kalesine tahsislidir. Kararın altında İstiklal Mahkemelerinin meşhur “üç Aliler”inin imzası okunur:
Reis: Ali (Çetinkaya) Üye: (Ali (Kılıç) Üye: Ali (Zırh).
Ankara İstiklal Mahkemesi karar defterindeki Cevat Şakir ve M. Zekeriya beylerin mahkûmiyetine dair orijinal belge ve çevirisi (TBMM Yayınları, cilt 7/1).
İdam bekleyen sanıklar için bu ceza müjde gibidir. Nitekim Zekeriya Bey aldığı cezayı eşi Sabiha hanıma “müjde” diye duyuracaktır!
İstiklal Mahkemesi’nin sürpriz kararı
Bir tür Atatürk uzmanı diyebileceğimiz ve onun hizmetinde yıllarca bizzat çalışmış bulunan Sadi Borak’ın İstiklal Mahkemesi hakkındaki şu değerlendirmesi ilginçtir:
“Şurasını da özellikle belirtelim: bu İstiklal Mahkemeleri, bugün hak ve adalet duygularımızı zedeleyen ağır kararlar vermiştir: Şaka için “Frenk mukallitliği” deyimini kullanan Atıf Hocanın idamı; Cevat Şakir’in bir öyküsündeki –o da Zekeriya Sertel tarafından eklenen- birkaç masum sözcük yüzünden idamdan yakasını zor kurtarıp sürgün edilmesi ve başkaları gibi kararları “o günlerin koşulları” gerekçesine bağlasak bile, haklılığını savunmak olası değil.”
Bu arada Bodrum’a sürülen Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın orada “Halikarnas Balıkçısı” kimliğine evrilmesi ve belki eski haliyle pek öne çıkması muhtemel değilken buradaki hayatında çarpık da olsa bir tür Anadolu toprak milliyetçiliği davası güderek hispeten orijinal sayılabilecek bir fikir hamlesinde bulunması vakıası karşısında kaderin bir insana ne tür sürprizler hazırlayabileceğini görüp tebessüm etmemek kabil midir?
Burada dikkatinizi bir nokta çekmiş olmalı: Cevat Şakir idamla yargılanırken nasıl olup da hapse bile girmeden, neredeyse ikramiye sayılabilecek bir cezayla yırtabilmişti İstiklal Mahkemelerinin gazabından?
Bunun cevabını yeğeni Şirin Devrim’in Şakir Paşa Ailesi adlı kitapta buluyoruz. Şunları yazar:
“Bu garip komedi, Cevat kendini o çok korkulan İstiklal Mahkemesinde buluncaya kadar sürdü. Sonunda suçunun, ‘Yazdığı makale (hikâye olacak-MA) ile isyana kışkırtmak’ olduğu gerekçesiyle hapis cezasına çarpıldı. Aklı başından giden annesi, küçük kardeşi Nedim’i Ankara’ya yolladı. Onun, Trablusgarp Savaşı’ndan beri arkadaşı olan, İstiklal Mahkemeleri yargıçlarından Kılıç Ali Bey’le görüşmesini istiyordu. Her ne kadar sonradan kuzenim Füreya ile evlendiyse de o sıralarda Kılıç Ali Bey aileyi tanımıyordu bile. Büyük dayım Kılıç Ali Bey’e durumu anlattı, o da Nedim’in hatırı için Cevat’ın cezasını üç yıl Bodrum’da sürgüne çevirdi.”
Biri ‘İstiklal Mahkemesi âdil’ mi dedi? Üzerinize güldürmeyin kargaları. Ya Cevat Şakir’in dayısı hasbelkader Kılıç Ali’yi tanımış olmasaydı?
Şöyle de sorabilirdik pekala:
Ya aynı mahkeme tarafından 10 yıl kürek cezasına çarptırılan Rauf (Orbay) Bey yurt dışında olmayıp da Türkiye’de bulunsaydı o 10 yıl hapsi neden yatmış olacaktı? Kaldı ki 1939 yılında Askeri Temyiz Mahkemesi’nde aklanmış ve CHP’nin o tarihteki Başbakanı Hasan Saka Anadolu Ajansı’na verdiği yazılı demeçte art arda çıkan aflarla Rauf Bey’in cezasının kaldırıldığını, yeniden yargılanmış olsaydı dahi beraat edeceği muhakkaktı ifadesini kullandığını biliyoruz.
İster istemez soruyoruz:
Ya İskilipli Atıf Hoca’nın da İstiklal Mahkemesi başkanını tanıyan bir akrabası olsaydı sonuç ne olurdu?
Ne âlâ adalet değil mi?
Bu defa İnönü’ye hakaretten hapis
Bu arada 1940’ların başlarında artık İzmir’e taşınmış bulunan Halikarnas Balıkçısı’nın rehberlikle geçinirken bir akşam bir barda çakır keyfken söz dönüp dolaşıp nasılsa ay yıldızlı bayrağımıza gelmiş. Mecliste bayrağımızın bir savaşta gökteki hilal ve ayın dökülen şehit kanlarına yansımasından oluştuğu anlatılmış. Cevat Şakir ise bu efsaneye uydurma yaftası yapıştırıvermiş ve ay yıldız sembolünün birçok Roma harabesinin üzerinde bulunduğunu söylemiş. Sonuç ne olmuş, bilir misiniz? Halikarnas Balıkçısı bayrağa ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye hakaret ediyor diye ihbar edilmiş ve tam dokuz ay yargılanmaksızın hapis yatmış. Neyse ki sonunda yargılanıp beraat etmiş ama yeğeni Şirin Devrim’in deyişiyle “hükümeti açık açık eleştirmesi ona daima sıkıntı kaynağı olmuştur. Sorumlu makamlar Cevat dayıma hiç rahat vermezlerdi.” Bizzat Cevat Şakir’in oğlu Sina da, babası için “Yazıları hep kontrol edilirdi. Ev sık sık aranır, bu aramalarda yazılarının çoğu yok olurdu. Polis hiç peşini bırakmadı, onu hep izledi” diyerek CHP’nin son yıllarına kadar bu takip, baskı ve baskın yoluyla yıldırma tutumunun devam ettiğini vurgulamıştır.
Son sözü yazara vermek bu yazının şanından olsun:
“Ben üç lira ekmek parası kazanmak için bir yazı yazmıştım. Şimdi o yazıyla canıma okuyorlardı.”
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı
Halikarnas Balıkçısı kimdi?
Asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı olan Halikarnas Balıkçısı 1887 yılında Girit’te aristokrat bir Osmanlı ailesinde doğdu. Babası aynı zamanda tarihçi de olan komutan Mehmet Şakir Paşa’dır. Robert Koleji bitirdikten sonra İngiltere’de Oxford Koleji’ni bitirip 1908 yılında İstanbul’a döndü. Bir süre basın mesleğinde çalıştı. Resimli Ay, Resimli Hafta ve İnci gibi dergilerde yazı yazıp resim ve karikatür çizdi. Hikâyesini aşağıda anlatacağımız iki olay sebebiyle hapse girdi: İlkinde öz babasını bir aşk meselesi yüzünden silahla öldürmesi, ikincisi de Şeyh Said isyanı günlerinde Hüseyin Kenan müstear ismiyle yazdığı bir hikâye yüzünden. İstiklal Mahkemesi’nde yargılandığı ikinci davası Bodrum’a sürülmesiyle sonuçlandı, o da adını değiştirerek kendisini bu balıkçı kasabasına adadı. Bir yandan yazmaya, diğer yandan Bodrum’u tanıtıp şenlendirmeye koyuldu. Ardından İzmir’e yerleşti. 13 Ekim 1973’te öldü. Hey Koca Yurt, Aganta Burina Burinata, Merhaba Anadolu, Anadolu Efsaneleri, Mavi Sürgün (hatırat) ve Deniz Gurbetçileri eserlerinden bazılarıdır. Gençliğinde tasavvuftan beslenen mistisizmi Bodrum yıllarıyla birlikte onu Anadolu toprağındaki kadim medeniyetlerin anlaşılmasına sevk etti. 1980li yıllarda meşhur olan Mavi Yolculuk’un mucididir.
Dipnotlar
[1] Halikarnas Balıkçısı, Mavi Sürgün, 28. basım, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2018, s. 72.
2 CHP Yönetim Kurulu üyesi Hasan Reşit Tankut, Basın Genel Müdürü Selim Sarper, Emniyet Genel Müdürü Osman Sabri Adal, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Müdürü Naki Yücekök ve Basın Genel Müdürlüğü İç Basın Müdürü Servet İskit kuruldaki diğer isimlerdir.
10.05.2023, muzakerat.com