• Home
  • Genel
  • Dimitri Kantemir’in Eserinde Doğu ve Batı kültürleri

Dimitri Kantemir’in Eserinde Doğu ve Batı kültürleri

Halil İNALCIK
Çeviren: M. Armağan

1699’da önceden tahmin edilmemiş bir bunalım dönemini sona erdiren Karlofça Barışı, Osmanlı tarihinde yeni bir devrin başlangıcını sembolize eder. O vakte kadar Batı’yı ve onun kültürünü küçümsemiş olan Osmanlıların tavrı, bu kültüre ve başarılarına saygıyla karışık bir meraka dönüşmeye başladı. Bunu Batı’yı ve Batı’nın bilgisini daha iyi anlamak ve en önemlisi de, son yıllardaki başarısının sırrını keşfetmek yolunda uyanan bir arzu takip etti. Osmanlıların Batı’ya karşı tavrında vuku bulan bu temel gelişme, daha sonraları Batılılaşma süreci diye bilinecek olan olayın Türkiye’deki hakiki mânada başlangıcı olacaktır. Öte yandan, çatışan unsurlardan müteşekkil birleşik bir bütün anlayışına müsait olan Doğu mistisizmi, iki farklı kültür ve din arasındaki engelleri ortadan kaldırdı ve incelmiş Osmanlı üst sınıfının Batı kültürüne duygusallıkla yaklaşmasını imkân dahiline soktu.

1703’de, Karlofça Barış antlaşmasını imzalayan Osmanlı Devleti Sekreteri (Defterdar) Râmi Mehmed Paşa, Veziriazam olarak Osmanlı idaresinin başına geçti. Kültürlü bir insan ve barış yanlısı bir devlet adamı olan Râmi Mehmed Paşa, Osmanlı siyasetinin temel ilkesi olarak barışı benimsemiş biriydi. O sıralarda 30 yaşında olan Dimitri Kantemir (Kantimur), yeni Veziriazam’ın da samimi dostu oluyordu; Veziriazam ile şahsî danışmanı Nefiyoğlu, bilahare Lale Devri’nde gelişecek olan yeni kültür hareketinin liderleri olacaklardı. Kantemir, Nefiyoğlu’nu, kendi kendine Latince öğrenmek suretiyle Doğu ve Batı kültürlerini şahsında terkip etme tutkusuna sahip açık zihinli bir insan olarak tavsif eder.

Bu seçkin grubun yakın bir dostu, Karlofça Barışı’nın neticelenmesinde önemli bir rol oynamış olan Baş Dragoman (tercüman) Alexander Mavrokordato idi. Mavrokordatolar, Rum Aydınlanma Okulu temsilcilerinin merkezi olan meşhur Padua Ünivesitesi’nde tahsil görmüş ve İstanbul’un fikir hayatına Yeni-Aristoculuk (Neo-Aristotelianism) eğilimini getirmiş Yunanlılardandı. Bu eğilim, yalnız Kantemir’in düşüncelerinin şekillenmesine egemen olmakla kalmadı, aynı zamanda Osmanlı fikir hayatına da nüfuz etmeyi başardı. Hiç şüphesiz bu Yeni-Aristoculuk ile zamanın yabancı gözlemcilerinin, önemli eşhâsın konaklarında ve Fener’de, Osmanlı başkentinin kozmopolit -entelektüel çevrelerinde şahit oldukları ateistçe eğilim arasında güçlü bir benzerlik bulunuyordu. Nihayet, II. Ahmed (1691-1695) ile bilahare Lale Devri’nin padişahı olacak III . Ahmed (1703-1730) -ki Dimitri Kantemir’le yakından ilgilenmiştir-, bu ortamın hâmileri ve haşmetli temsilcileri olmuşlardır.

Öte yandan Avrupa hümanizmiyle Osmanlıların bu ilk temasları derhal meyvesini verecek ve Osmanlı hayat tarzı, dünya görüşü ve sanatı üzerindeki etkilerini göstermekte gecikmeyecekti. 18. yüzyılda Osmanlı şiiri ve minyatüründe natüralizm etkisi kadar, mimarideki güçlü Barok etkisi de sadece bir eşdüşme hadisesi olmaktan öte, Batı’yla kültürel temasların bir ürünü olmuştur.

Osmanlı sarayında Doğu kültürünün en rafine temsilcileriyle yakından temasa geçmiş olan Beyzade Kantemir, Doğu ve Batı kültürlerinin buluşmasında başat bir rol oynamıştır. Kantemir, daha 15 yaşındayken, 1688’de İstanbul’a gelmiş ve ömrünün 22 yılını bu Osmanlı payitahtında temsil edildiği haliyle hem Doğu’nun, hem de Batı’nın fikir hayatına gark olarak geçirmiştir. Fethiye’deki sarayında (Ulah Sarayı) her iki kültürün en nefis fikir ve sanat ürünleri bir Osmanlı ihtişam dekoru içerisinde telif edilmiş, dahası, Kantemir’in Ortaköy’deki evinde bestelediği Türk mûsıkîsi [parçaları], Boğaziçi’nin sularında yankılanmıştı. Edirneli Ahmed Çelebi’nin tilmizi olan Kantemir, ilk kez Osmanlı mûsıkîsini notaya geçirmiş, bu suretle Türk mûsıkîsi tarihinde tartışılmaz bir yer edinmeyi garantilemiştir.2 Kısacası Dimitri Kantemir, Osmanlı başkentindeki yeni kültürel yönelişe istikamet verenlerden biridir ama aynı zamanda İstanbul’un kültür ve fikir hayatının da bir ürünüdür.

Karlofça Barışı’nı takip eden dönemde Osmanlılar, imparatorluğun gerilediği (decline) gerçeğini kabul etmiş bulunuyorlardı ve gerileme sorunu, İstanbul’un fikir muhitlerinde hararetli tartışmalara konu oluyordu. Kantemir, çabasının büyük bir kısmını bu soruna tahsis ederken ve [Latince kaleme aldığı] en büyük eserini Incrementa atque decrementa aulae othomanicae (Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Gerileyiş Tarihi)3 diye adlandırırken, bu eğilimi takip ediyordu. Aynı zamanda, imparatorlukların yükseliş ve gerileyişi konusunda bir risale de kaleme aldı. Kantemir’in eserine hakim olan antropomorfik [insan-biçimci] devlet görüşü, Hacı Halife [Kâtib Çelebi] (1608-1657) zamanından beri Osmanlı tarihine uygulanagelmiştir. Kâtib Çelebi’ye göre savaş, “ihtiyarlık çağı”na ermiş bulunan imparatorluklar için ölümcül sonuçlar doğurabilirdi. Bu sebeple imparatorlukların, gelişmelerinin bu aşamasında savaşlardan kaçınmaları gerekirdi. Bu anlayış, Râmi Mehmed Paşa ve muakkiplerinin barışçı siyasetinin temelini teşkil etmiştir.

Kantemir sonuç olarak, tarihî ve felsefî köklerine dair hatırı sayılır bir anlayış sahibi olduğu Avrupa kültürünün hayranı olduğu kadar Osmanlı kültür hayatının da muhteşem bir mütehassısıydı. 1710’da kendi memleketi Boğdan’da (Moldova) voyvoda olunca -ki babası Konstantin Kantemir’in yerine tahta çıkmıştır-, beyliğini Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlaştırmanın rüyalarını görmüştür. Bu rüyayı gerçekleştirmek ve Osmanlılara karşı bir Rus zaferine ön ayak olmak amacıyla Çar Büyük Petro ile Osmanlılara karşı gizli bir anlaşma yaptı. Ne var ki, Petro’nun [Prut savaşında] Osmanlılara yenilmesiyle planları geri tepti. Prut Antlaşması’nı (1711) müteakip Petro’nun danışmanı olarak Rusya’ya yerleşti ve fikrî çabalarını, Osmanlı İmparatorluğu’nda edinmiş olduğu bilgi ve fikirlerin sistematik bir şekilde kaleme alınmasına yöneltti.

İstanbul’a ve burada yaşadığı hayata derin bir nostalji hissettiği bu dönemdedir ki, Osmanlı İmparatorluğu tarihini (1714-1716) ve İslamiyet ile onun kurumları hakkında bir eseri (Curanus, 1719) kaleme aldı. J. Von Hammer’in tarihi yazılıncaya kadar Kantemir’in Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki çalışması, Avrupa’da bu konunun standart eseri olarak kabul edilmiştir. Onun mahrem bilgilere sahip olduğu Osmanlı hayatı ve kurumları hakkında ilk elden tasvir ve anlatıları bugün dahi değerini muhafaza etmektedir. Ne var ki, Kantemir’in yazdığı Osmanlı tarihinin Batı lisanlarındaki tercümeleri, telaffuz hatalarıyla ciddi bir şekilde sakatlanmış durumdadır. Sonuç olarak Kantemir’in eserinden Osmanlı ile ilgili parçaların Latince orijinalinden yapılacak bir tercümesi ile Osmanlı dinî hayatı ve kurumları hakkında değerli malumatı ihtiva eden Curanus’daki pasajlardan yapılacak bir derleme ve tercüme de ilmî ihtiyaçları önemli ölçüde karşılayacaktır.

Özetlersek, Kantemir’in hayatının ilk safhasındaki dehası, Osmanlı toplumuna Batı kültürünün çeşitli vechelerini süzüp aktaran bir kanal olmuş, hayatının ikinci yarısında ise samimiyetle tanıyıp sevdiği Osmanlı kültürünü Avrupa’ya takdim etmiş ve tanıtmıştır. Hiç şüphe yok ki, Romanya hümanizminin ve fikrî dirilişinin babası olan Dimitri Kantemir, zamanının Doğu ve Batı kültürlerini harikulade bir şekilde kavramış ve onları ustaca ifade etmiş nadir yetişen dehalardan birisiydi.

1 – Bu yazı, aşağıdaki makaleler derlemesinden tercüme edilmiştir: Halil İnalcık, The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire: Essays on Economy and Society, Bloomington, 1993, s. 412-414. (Çevirenin notu.)
2 – Dimitri Kantemir’in Türk musıkisine yaptığı hizmetler ve eserlerinden örnekler için bkz. İsmail Baha Sürelsan, “Kantemiroğlu ve Türk musikisi”, Dimitre Cantemir (1673-1723), Ankara, 1975, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu, s. 73-108. (Çevirenin notu.)
3 – Türkçe çevirisi için bkz: Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş ve Çöküş Tarihi, 2 cilt, Çeviren: Özdemir Çobanoğlu, Ankara, 1979, Kültür Bakanlığı Yayınları (çeviride “çöküş” terimi kullanılmış olmasına rağmen, yazarın decrementa’dan kastı, ‘inhitat’, yani ‘gerileme’dir). (Çev. notu.)

Bir yanıt yazın