• Home
  • Genel
  • Fetih kutlamaları üzerindeki gölge

Fetih kutlamaları üzerindeki gölge

Fetih kutlamaları üzerindeki gölge
Bu yıl nedense İstanbul’un fethi kutlamaları biraz tatsız tuzsuz geçti. Gazetelerde, televizyonlarda, meydanlarda geçen yıllara oranla daha heyecansız, büyüsünü yitirmiş bir halet-i ruhiye ile karşıladık onu. Doğru dürüst bir yazı dizisi bile göremedim gazetelerde fetih ile ilgili. Yıllardır bu görevi iyi kötü üstlenmiş olan İstanbul Belediyesi ise Valilik tarafından kutlamalara el konulmasıyla pasifize edildi; bir iki konser programıyla idare etmek durumunda kaldı. Hasılı, fethin 546. yıl dönümü kutlamaları seçimler, Apo’nun yargılanması, hükümetin kurulması gibi güncel gelişmelerin gölgesinde kaldı.

Yine de tasalanmayın. Daha önce de kutlanmasının resmen engellendiği bir yıl dönümü yaşamıştık. Fetih kutlamaları, 500. yıl dönümünde, yani 1953’te tam bir fiyaskoyla sonuçlanmıştı. Nasıl mı? Anlatayım.

Sayın İlhan Bardakçı 3 yıl önce hatırlatmıştı (Zaman, 28 Mayıs 1996): “İmkanınız varsa eğer” demişti, “1953 senesi Mayıs ayının 29. günü gazetelerden birisini bulunuz ve birinci sahifesine bakınız. Utanacaksınız.” Ben gidip buldum o gazeteleri ve işin içinden neler çıktı neler…

Aslında İstanbul’un 500. fetih yıl dönümü kutlamaları için startı, 1939’da dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü vermiş. Ancak 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle kutlamalar farklı bir veçhe kazanmış, tıpkı Tayyip Erdoğan döneminde olduğu gibi kutlama hazırlıklarında gaza basılmış ve tam bir milli mesele haline getirilmiştir. 29 mayıs-7 haziran tarihlerinde 10 gün boyunca Anadolu ve Rumeli Hisarları’nın ışıklandırılmasından fener alayı düzenlenmesine, Fatih ve İstanbul adıyla bir dergi çıkarılmasından İstanbul Fetih Cemiyeti’nin kurulmasına, tiyatro temsillerinden hatıra para çıkarılmasına kadar pek çok faaliyet gösterilecek, devlet en üst düzeyde törenlerde temsil edilecek, kara, deniz ve hava kuvvetleri gösteriler yapacak, yurt dışından turist celbi sağlanarak turizmimiz canlandırılacak… idi. Resmi daireler kapalı tutulacak, halkın törenlere katılması sağlanacak ve bir bakıma Türkiye’nin İstanbul etrafında kenetlendiği cümle aleme gösterilecek, İstanbul’un bir Türk şehri olduğu fikri tekraren vurgulanacaktı.

Fakat ne oluyorsa oluyor, kutlamaların başlamasına birkaç gün kala Başbakan Adnan Menderes ve Basın-Yayın Bakanı gazeteleri arıyor ve fetih kutlamalarında frene basıldığını, gazetelerinde fetih yıl dönümünün “abartılmadan verilmesini” rica ediyorlar. Ve acı bir fren sesi duyuluyor! Ortalık sütliman oluyor! O coşkulu ve heyecanlı kutlama hazırlıkları bıçak gibi kesiliyor, devlet elini eteğini çekiyor, hızını alamayıp yazmaya devam eden birkaç gazetenin de nefesi yetmiyor seslerini duyurmaya. Cumhurbaşkanı Celal Bayar o gün bir bahane bularak İzmir’de NATO karargahını ziyarete, Başbakan Menderes ise İngiltere Kraliçesi II. Elisabeth’in taç giyme törenine gidiyor. Devrin Hariciye Bakanı ünlü Türkolog Fuat Köprülü bile katılmıyor törene.

Sonuç olarak sönük ve pasif, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir fetih kutlaması gerçekleşiyor. Sözün gelişi “gerçekleşiyor” dedim; aslında dağ fare doğurmuştur. Yahya Kemal, Süheyl Ünver ve çevresindekilerin gayretleriyle bazı kitap ve dergiler çıkarılması ve fetih sırasındaki olayların geçtiği yerlere plaketler asılması gibi tali önemi haiz bazı faaliyetler ile Ulubatlı Hasan’ın surlara tırmanışını temsil gibi sembolik bazı gösterilerle yetinmek zorunda kalınıyor. (Bu arada gazetelerde surlara tırmanan yeniçeri kıyafetli zatın bacaklarının titremesi ve bin bir güçlükle ve ite kaka rolünü yapması alay konusu olmuştur.)

31 Mayıs 1953 tarihli Zaman gazetesinden (demek gazetemizin mazisi o yıllara kadar uzanıyor!) aldığım şu paragraf merakımızı iyice kamçılıyor: “Baştan sona kadar, elbet bir mes’ulü vardır. Bu aşağılık duygusunu kim telkin etti? Kimden çekindik? Kime kur yaptık? 500 yıllık bir şansı, propaganda, Türkiye’yi tanıtma, döviz, turist imkanlarını kim feda etti? Artık bunu milletçe öğrenmek bir zaruret olmuştur.” (Nusret Safa Coşkun)

Gerçekten hangi hayati sebep kutlamalarda frene basılmasına yol açmış olabilir sizce? Hazırlığı yıllar öncesinden başlayan 500. yıl kutlamaları niçin savsaklanmış, hatta engellenmiştir? Kutlamaların “abartılmaması” neden rica edilmiştir gazetelerden?

Cevabını benden mi bekliyorsunuz bu soruların? Bu defa cevabı ya bir hafta bekleyecek ya da kütüphanelere koşup kendiniz öğreneceksiniz. Türkiye gibi sonuçların sebeplerden önce öğrenildiği bir ülkede yazar da bu teamüle ayak uydurmak zorunda…

Bir yanıt yazın