HABITAT ile gelen fırsatlar

HABITAT ile gelen fırsatlar
70 senede Türk şehirlerinde inşa edilen yapıların, şehir yapı stokunun yüzde 15’ini teşkil ettiğini biliyoruz.

Bu binaların yüzde 60’a yakını gayr-i meşru bir şekilde meydana getirilmiş oluyor. Meşru olan kısmı bunun yüzde 40’ı kadarı.

Ülkemizin nüfus gelişmesini ve şehirleşme trendlerini kabaca bir incelemeye aldığımızda şunu görüyoruz: Türkiye’de nüfus artışından dolayı şehirlerde 30 milyon insana konut inşa etmek gerekiyor. İçerisinde 13-14 milyon insanın yaşadığı gecekonduların da bir taraftan ıslah edilmesi gerekiyor.

Şehri, köylü doyuruyor

Bunlara ilaveten 30 milyon kişi 60 milyon kişinin ihtiyaçlarını karşılıyor Türkiye’de. Bugün 60 milyon kişinin beslenmesini temin eden ve köylerde yaşayan 30 milyon kişi, bu ürünün yarısını köylerde kendisi tüketiyor. Ülke nüfusu 90 milyona çıkınca, bu kadar insanı besleyebilmek için ve pamuk, keten gibi tarım ürünlerinin büyüyen sanayinin ihtiyacını karşılayacak ölçüde üretilebilmesi için, bu tarım üretim tekniklerinde değişme yapılması mecburiyeti bulunuyor.

Dünya tarım devi: ABD

Dünyanın en büyük sanayi ülkesi Amerika gerçekte en büyük tarım ülkesidir. Amerikan nüfusunun yüzde 6’sı, yani takriben 15 milyon Amerikan çiftçisi dünya tarım ürünü toplamının yüzde 60’ını üretiyor. Mesela Pennsilvania civarında Söke vadisinin üç-dört misli büyüklükteki bir vadinin 40-50 dönüm arazi üzerinde yaptıkları tarımda, her sene tarım tesisatını ve teknolojini geliştirmek için harcadıkları para 80 bin dolar civarında bulunuyor.

Şehre göç zarurettir

Şimdi bu şartlar altında açıkça gözüküyor ki, Türkiye aç kalmamak için tarım topraklarını korumaya ilaveten tarım teknolojisinde de ciddi gelişmeler gerçekleştirmek zorundadır. Bu da tarım alanındaki nüfusun azaltılmasını kaçınılmaz hale getirecektir. O zaman tarım alanından şehirlere bu 30 milyon nüfusun takriben yarısının göçmesi kaçınılmaz olacaktır önümüzdeki 30-40 sene içerisinde. Bu göç ayrıca bir zaruret. Çünkü Türkiye, nüfusu genç bir ülke olduğu için sanayide ve şehirlerde hizmetlerde ihtiyacı olan işgücünden (işsizlik var olmasına rağmen) mahrum bulunmaktadır.

Şöyle ki, Türkiye bugün Pakistan’dan, Filipinler’den çalışan insan ithal etmektedir. Önümüzdeki 40 sene içerisinde tarım alanlarından aşağı yukarı her sene 400-500 bin kadar insanı şehirlere aktardığımız ve tarım teknolojisini uygulayacak araçlarla tesis edildiği takdirde köylerde yaşayan nüfusun da sorunları çözümlenmiş olacaktır. Bugün bu 30 milyon kişi, 60 milyon kişi için ürettiğinin yarısını kendisi tüketip sattığının parasıyla hayatını idame etmekte ama evlerini inşa edememektedir.

Köylüler

zengin olacak

Dolayısıyla 90 milyon için üretim yapıldığında bunun 15 milyonluk kısmını köylüler kendisi tüketecek, ürettiklerinin yüzde 80’i yahut yüzde 75’i kendilerine servet olarak döneceği için evlerini yenilemek ve şehirli gibi yukarı seviyede bir hayat yaşama imkanına sahip olacaktır.

Mesela bu, Birleşmiş Milletler’in sözünü ettiği üç ilkeden adalet üzere olma ilkesinin köy ve şehir meselesini bütünüyle ele alarak çözülecek bir veçhesine tekabül etmektedir. Tabii ki adalet ilkesinin icabı bu köy ile diğer şehirler arasındaki adaleti tesis etmenin HABITAT II çalışmalarının çok ciddi bir boyutu olduğu gibi, elbette gecekonduda yaşayacak ve adeta felakete terkedilmiş bulunan çok geniş bir halk kitlesinin meselelerini çözmek de adalet ilkesinin icabıdır.

‘Herşeyi ben yaparım’

‘Herşeyi ben yaparım’ diyen idare felsefesinin en küçük idare birimimizde dahi hakim olduğu ülkemizde, bugüne kadar yönetim sistemimizin bizi getirdiği felaketli nokta apaçık ortadayken ‘ben yaparım’ demek yerine yönlendirmeyi üstlenecek, şeffaflığı sağlayacak ve halkın ve toplumun yapabilme potansiyeli önündeki engelleri kaldıracak, adaletin nasıl gerçekleşeceğinin, sürdürülebilirliğin ilkelerini ortaya koyacak ve katılım ile gelişmenin gerçekleşebilmesi için de katılımın nasıl sağlanacağını ortaya koyacak bir uluslararası düşünce mübadelesi olmaktadır HABITAT.

Bu da bu konuda bizden daha da fazla yanlışlar yapan diğer ülkeler için de bir hatalarını düzeltme, doğru yönde hareket etme fırsatı olacaktır. Bu bakımdan HABITAT, var olma ve yok olma noktasında bulunduğumuz bugün, Türkiye’yi 30-40 sene sonra bir cennete dönüştürecek ilkelerin oluşturabileceği bir ortam olacaktır. Yahut bu ilkelerin oluşturulmasında ülke olarak biz kararlı olmazsak Türkiye’nin bir sefalet ve felaketler dünyası olmasına sebep olacak bir durumun devam etmesi olacaktır.

Tabii bu bütün insanlık için geçerlidir. Biz ülkemiz için burada doğruları tesis edebildiğimiz takdirde bu doğrular bütün insanlığın doğruları olacaktır.

HABITAT

neyi hedefliyor?

Birleşmiş Milletler’in Habitat iddiası 2 önemli yaklaşım içermektedir: Yaklaşımların birincisi şu: Konferansta tartışılacak asli meselelerin çerçevesini veriyor. Bu bir yerden itibaren halkın kendi kendisine erişebildiği bir şeydir. Peygamber ve O’nun varislerinin erişebileceği bir şeydir. Onun varisleri de âlimlerdir. Bu vazifeyi üstlenerek bu çerçeveyi biraz evvel sözünü ettiğim katılımcılık, sürdürülebilirlik, adalet üzere olma, halkın önündeki engelleri kaldırarak onu yapabilir kılma, şeffaflık ve idare etme değil yönlendirme vazifelerini ifa edeceklerdir.

Bundan sonra da her ükenin raporunu hazırlarken bu meselelerin hazırlık safhasının başında topluma duyurulmasını, bu meseleler etrafında meydana getirilecek tartışmalarla ortaya çıkacak düşünceler etrafında konsorsiyumların oluşturulmasını, bilinçli halk yönelişlerinin teşekkülü ve bunların toplamının görüşlerinden de ülke raporunun meydana getirilmesini istiyor. “Hükümet raporu istemiyorum’, diyor. Tabii halkın içerisindeki bu tartışmalarda aydınların, konu hakkında bilgi sahibi olanların, uzmanların da rolleri olacaktır.

Rapor nasıl ele alınacak?

Raporun nerede işe yarayacağını, konferansın nasıl bir ortamda cereyan edeceğini de anlatıyor. Ülke raporlarının müzakere edileceği bir platform oluşacak. ayrıca 7 ana başlık altında 7 forumlar manzumesi oluşacak: Takriben 50 tane yahut 150 tane forum. Bu forumların başlıkları şunlar: Mahalli idareler forumu, yani yönetim açısından bugün ülkemizde var olan, ben yaparım diyen mahalli idareler yerine yönlendiren mahalli idareler. Tabii merkezi hükümetin de çoktan kendiliğinden yönlendirir olması, yetkileri mahalli idarelere devretmiş olması kaydıyla. İkincisi, araştırmacılar, akademisyenler ve profesyoneller forumu. Yani ileriye bakan, araştıran, eğiten, öğreten ve kendisi de araştırmaya devam eden, sonra da uygulayanların forumu. Üçüncü olarak, kâr etkisi altında olmayan kuruluşların forumu (vakıflar ve dernekler gibi). Dördüncüsü, özel sektör forumu. O da halkın bütün üretici kesimi ama yukarıda sözü edilen idare, bilgi ve kâr amacı gütmeden davranan kuruluşlarının forumları. Sonra sendikalar forumu. Sonra parlamenterler forumu. Yani bütün bunların hepsinin bilgisinden yararlanarak yapılması düşünülen son derece bilinçli bir sıralama. Sonra da hükümet dışı kuruluşlar.

Şimdi Birleşmiş Milletler’in getirdiği genel teorik çerçeveden hareket edilerek her ülke bu forumların oluşmasını ve çalışmasını başlatmak yoluyla bu alanlarda bu teorik meselelerin tezahürlerini ortaya koyarak her alan için teorik alternatif çözümler bulup bunları tartışacaklar. Yani gerçekte Birleşmiş Milletler’in çalışmaya başlaması 36 ay evvel falan; Türkiye’de 22 ay evvel, ondan sonra ‘ bu işi sen yaparsın ben yaparım’ kararsızlıklarının geçtiği bir dönem; ondan sonra da 28 ay. Bu meseleler Türk toplumuna duyurulmadan bugüne gelinmiş bulunuyor.

15 Mart 1996, Cuma

Bir yanıt yazın