Halil İnalcık farkı
Telefondaki ihtiyatlı ses yakınmalı bir edayla konuşuyor: “Çalışmalarımda Osmanlı tarihindeki pek çok hususu yeni bakış açılarıyla, yeni sosyal bilim metodlarıyla değerlendiriyor ve bilinen pek çok yanlışın doğrusunu gösteriyorum yıllardır, ne var ki yazılıp çizilenlere bakınca hayal kırıklığına uğruyorum. Sanki boşuna kürek çekmişim gibi geliyor bana.”
Tabii ki kendisine, görüşlerinden yararlanarak Zaman okuyucularının yıllardır başını ağrıttığımı, elimden geldiği kadar tarihimizle ilgili pek çok temel yanlışın altını benim de çizmekte olduğumu ve en yakınlarına dahi insanın sesini yeterince duyuramamasının ne kadar acı bir his olduğunu söyleyemedim. Kendisine sadece Türkçe neşriyatı biraz ihmal ettiğini söyleyebildim.
Halil İnalcık 1916 doğumlu, yani asırlık çınarlarımızdan biri. Tarih alanında ise pek çok açıdan benzersiz. Kendisinden öncekilerden olduğu kadar sonrakilerden de daha derin ve kapsamlı bir şekilde okuyabiliyor tarihi. Osmanlı tarihini adeta yeniden ve yeniden yazıyor her makalesinde. Kendini tekrarlamaktan hiç mi hiç hoşlanmayan, tarihin daima yeniden okunabileceğini ispatlayan çalışmalarla süslüyor kariyerini. Tek tek monografilerde eline su dökülemiyor. Tek eksiği, Osmanlı tarihini bir bütün halinde değerlendiren analitik bir çalışmaya girmemiş olması. Bana yeni çıkan Osmanlı Ansiklopedisi’nin girişindeki 100 sayfalık değerlendirmesini tavsiye ediyor.
Bugün Osmanlı tarihçiliği denilince üzerinde tereddütsüz ittifak edilen ve neredeyse “pir” kabul edilen İnalcık, ilerlemiş yaşına rağmen temposunu artırarak devam ediyor çalışmalarına. Sonsuza kadar sürecek bir arayış; iç içe aynalardan oluşmuş ezele ve ebede açılan bir kaleydoskop (eskilerin deyişiyle “çiçek dürbünü”); yüzünden, tersinden, satır arasından, mantığından, tesadüfen kullanılmış izlenimi veren bir cümle veya kelimeden yola çıkarak girişilen kesintisiz bir kazı onun gözünde tarih.
Tarihçi, rahat döşeğine uzanıp yanına yığdığı kitapları kritik etmeden bol keseden hüküm veren ve verdiği hükümleri bir daha gözden geçirme ihtiyacı duymayan bir vurdumduymaz olamaz. Her seferinde “acaba” bulutlarıyla yüklü bir bereket gelir durur tarihçinin masasının üzerinde. Acaba’lar niçin’lere, onlar da izah vadilerine doğru kanat çırptığında tarihçinin kalemi mazinin gölgede kalmış bir yüzünü kazımaya başlamıştır çoktan…
Halil İnalcık hoca, uzun yıllar yurt dışında kaldığı için makale ve kitaplarını genellikle İngilizce kaleme almış, dolayısıyla yazdıkları Batı’da sadece tarihçiler arasında değil, sosyal bilimlerin diğer şubelerine mensup insanlar arasında da derin bir etki uyandırmıştır. Buna mukabil “öz yurdu”nda tek tük tarih meraklılarının bulabildiği ciddi makale ve kitapları, hızla popülerliğe kaymakta olan ve amiyane tabirle cılkı çıkan Osmanlı bezirganlığı nezdinde elbette bir yankı ve etki yapamazdı. (Neyse ki şu günlerde Ottoman Empire: The Clasical Age 1300�1600 başta olmak üzere İngilizce kitap ve makalelerinin Türkçeye çevrilmekte olduğunu haber alıp rahatladım.)
Ünlü sosyolog ve siyaset bilimci Immanuel Wallerstein, bizdeki tarihçilerin ilgisizliğine nisbet edercesine oturmuş, Hoca ile ilgili güzel bir makale kaleme almış. (Bu makaleyi Mustafa Özel çevirip Tarih Risaleleri’nde �İz Yayıncılık, 1995� yayınlamıştı.) Şöyle başlıyor yazısına Wallerstein:
“Halil İnalcık hayatını Osmanlı çalışmalarına hasretmiş, bu sahanın en seçkin uygulamacılarından biri olmuştur. Dünya bilimine katkıları su götürmez. Çabalarının hedefi haline gelmiş konu üzerinde bize sadece tefekkür etmek düşer.”
Wallerstein yazısının sonunda, İnalcık gibi tarihçilerin ulaştığı sonuçların tarihe bakışımızdaki kategorileri, yani gözlüklerimizi değiştirmeye zorladığını ifade etmektedir ki bence tam da hocanın yapmakta olduğu şeyi tasvir etmektedir. Tarihe önceden biçtiğimiz gözlükler veya kategorilerle değil, tarihin içinden fışkıracak modellerle bakmamız gerekir ki, tarihi “kendisi olarak” anlayabilelim.
Tarihi “olduğu gibi” anlayabilmenin en önemli yolu, tarihçilerin genellikle burun kıvırdıkları efsaneler ve menkıbeler başta olmak üzere halk zihniyetini yansıtan edebi eserleri veya rivayetleri ciddiye almaktan geçer. İnalcık, bütün otoritesiyle bu tür eserlerin yeniden ve farklı bir gözle incelenmesi çığırını başlatmış olup bugün Cemal Kafadar ve Ahmet Yaşar Ocak gibi seçkin tarihçilerimiz onun açtığı yoldan giderek geçmişe dair hayati kavrayışlarla ufkumuzu genişletmektedirler.
Tarihle ufuk arasında bu derece deruni bir bağ vardır çünkü…