Halkın Valisi

Halkın Valisi
Rahmetli Recep Yazıcıoğlu’nun fotoğraflarına bakıyorum da, gülerken bile acı sızıyor yüz çizgilerinden. Ve Edip Cansever’in mısraları gelip kuruluyor fotoğraflarının altına:
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir.
Asırlık, hatta birkaç asırlık acılar dal dal sarkıyordu halkın göğsünden onun resmine doğru. Bu resimdeki yüzde tanıdık bir şeyler vardı. Epeyce eskilerden ama yine de tanıdık bir şeyler…
Yıl kaç mı? 1719 olmalı.
Musul’dan bir vali, adı Moralı Ali’dir, vergilerini henüz toplamıştır ki, tayini başka bir yere çıkmıştır. Şehri terk etmekteyken esnaf çevirir valinin etrafını. “Sen” derler, “çekip gideceksin ama yeni gelen vali de gelir gelmez bizden vergi toplamaya kalkacak. Topladığın vergileri iade et de iki defa vergi ödeyip belimiz bükülmesin.”
Vali reddeder ahalinin bu arzusunu ve apar topar terk eder şehri.
Yeni vali şehre vardığında ayan, yani şehrin servet ü saman sahipleri çevirirler etrafını ve gereken vergiyi bir an önce toplamasını isterler. Sarı Mustafa ise adaletin saf şerbetini içmişlerdendir. Toplar ayanı ve onlara önce kuş eti ziyafeti çeker. Tabii karınları doymaz. Ardından içi pirinç doldurulmuş kuzu gelir önlerine. Bir güzel yumulurlar bu leziz taama. Tıka basa doyururlar karınlarını.
Artık sıra verilecek derse gelmiştir. Vali, onlara günün mana ve ehemmiyetini hikmet imbiklerinden damıtılmış şu sözlerle anlatır:
Esnaf ve zanaatkârdan toplayacağımız vergi, şu yediğiniz kuş eti gibidir, ne bizi doyurur, ne de esnafı memnun eder. Şu hassas durumda onlardan toplayacağımız her kuruş, bizim kursağımıza yetmediği gibi onlar için de tam bir yıkım olur. Ama aynı vergileri “kuş”lardan değil de doldurulmuş kuzuya benzeyen sizlerden, sadece üç kişiden toplamak daha kolay. Ne de olsa Kıyamet Günü’nde, üç bin kişiyle uğraşmaktansa üç kişiyle uğraşmak yeğdir.
Gözünü zanaatkârdan toplanacak paraya dikmiş olan zenginlerin nasıl bir şok geçirdiklerini tahmin edersiniz artık.
Washington Üniversitesi’nden Osmanlı tarihçisi Dina Rızk Khoury, bu olayı naklettikten sonra şunları ekler: Osmanlı sisteminin özü, halkın çıkarlarıyla devletin çıkarlarının bağdaştırılmasında yatmaktadır. Yani öyle bildiğimiz gibi, halkın bütün kaderi iki dudağı arasında olan zalim valiler kural değil, istisna idi. Hem de 19. yüzyılın üçte birine (1834) kadar yayıyor bu kanaatini araştırmacımız. Yani bizim gerileme dönemi diye tarihin çöplüğüne fırlattığımız yıllarda oluyor bunlar.
“Özünde erken modern dönemde Musul’daki devlet-toplum ilişkileri, uzlaşmaya dayanıyordu.” Khoury’nin Musul örneğinden kalkarak çizdiği tablo, bizim devlet-merkezli tarihçiliğimizin yanılgılarını gösteren bir ayna adeta.
Bu aynaya yakalanan bir başka çarpıcı örnek, 1638’de Dördüncü Murad tarafından Safevilerden geri alınan Bağdat topraklarında çıkıyor karşımıza.
Gerek Naima’nın tarihine yansıyan ekonomi hakkındaki görüşleriyle, gerekse Bağdat Valiliği sırasında gösterdiği teşebbüs performansıyla sıradışı bir Osmanlı valisidir Derviş Mehmed Paşa.
Paşa, ilk işi olarak Bağdat’ta tarımsal üretimi artırmak için girişimlerde bulunmuş. Bedevi kabile şeyhlerini toplayıp onları boş durmakta olan toprakları tarıma açmaya ikna etmiş. Kuzey Irak’a adamlarını yollayıp sürülerle koyun aldırmış ve kendi açtırdığı dükkânlarda sattırmış. Ektirip biçtirdiği buğdaydan elde edilen unu işleyen fırınlar açtırmış.
Naima’ya göre onun 3 yıl süren valiliği sırasında herkes hayatından memnunmuş. Çünkü Vali, sayıları on bine varan adamlarını (Kapı Halkı) boş oturtacağına bu işlerde çalıştırmış, böylece onların şehir ekonomisine yük olmadan geçinmelerini temin etmiş. Hem koyunlarını satın aldığı şahıslar, hem de üzerine ufak bir kâr koyup uygun fiyata sattığı koyunları alanlar memnunmuş halinden. Ayrıca Hindistan ve İran’dan inci ve lüks kumaşlar ithal edip onları adamları vasıtasıyla imparatorluğun diğer bölgelerine pazarlarmış. Böylece “halk temel ihtiyaçlarını ucuza karşılayabildiğinden, tüccarlar kumaşı pazarlayıp kâr ettiklerinden, aşiretler koyunlarını satıp para alabildiklerinden, bedevi kabileler de tahıl üretiminden pay aldıklarından” hallerinden gayet memnunmuş (Metin Kunt, Toplum ve Bilim, sayı: 2, Yaz 1977).
Rahmetli “halkın valisi” Yazıcıoğlu’nun yaptıklarını hatırlayınca, onun Sarı Mustafa ve Derviş Mehmed Paşa’nın soyundan geldiğini görüyor ve her şeye rağmen bu damarın kurumadığına seviniyorum. Bir örnek az gibi gelebilir size ama, bildiğiniz gibi “Az, çoktur”.

Bir yanıt yazın