Tarih, nicedir uyuşturulmuş olan dimağlarımızı kamaştırmaya devam ediyor ve öyle görünüyor ki, bir süre daha edecek de. Geçen haftaki “Andımız” tartışmasının bir faydası da, bizi Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının acar şahsiyetlerinden biriyle, Dr. Reşit Galip’le yüzleştirmesi oldu.
Böylece Andımız’ın mucidi olan bu tıp doktorunun Darülfünun hocalarının sokağa atılmalarından Zeki Velidi Togan’ın üniversiteden kovulmasına, Atatürk’ün kafa ölçüsünün alınmasından ezanın Türkçeleştirilmesine kadar akla hayale gelmedik çeşitlilikte işlere memur edildiğini öğrenmiş olduk.
Lakin geçen haftaki yazımda bir cümleyle değindiğim İstiklal Mahkemesi üyeliği de en az diğer ‘görevleri’ kadar önemliydi. 7 Mart 1925’ten itibaren bir yıl görev yapan bu mahkemenin iş yoğunluğunu konunun uzmanı Ergün Aybars’ın verdiği rakamlar yeterince göstermektedir:
Bakılan dava sayısı: 256.
Yargılanan sanık sayısı: 1.669.
Mahkûm edilenlerin sayısı: 669.
Verilen toplam hapis cezası: 3.000 küsur yıl.
İdam cezası: 128.
Sürgün cezası: 50.
Müebbet kürek ve sürgün cezası: 7. (İstiklal Mahkemeleri, Milliyet: 1997, s. 419.)
Eşkıyalık gibi başka davalara da bakıyordu gerçi ama Reşit Galip’in de üyesi bulunduğu Ankara İstiklal Mahkemesi’nin mesaisinin ana meşgalesini irtica ve şapkaya muhalefet oluşturmuştu. Nitekim İskilipli Atıf Hoca’yı idam eden mahkeme de ondan başkası değildi.
İşin garibi, bugün asker ve polisler dışında sivil olarak hemen hiç kimsenin giymediği ülkemizde 25 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan “Şapka İktisası Hakkında Kanun” hâlâ yürürlüktedir ve Anayasa’mızın güvencesi altındadır.
Birkaç yıl önce Avrupa Birliği müzakereleri için ülkemize gelen yetkililer bu kanunu görünce, hele de Anayasa’nın güvencesi altına alındığı söylenince hayretler içerisinde ‘Şapka kanununa neden ihtiyaç duydunuz ki?’ diye safça sormuşlardı. Bizimkilerin ne cevap verdiklerini bilmiyorum; verdilerse şapka uğruna bu milletin binlerce yıl hapis yattığını, yüzlerce vatandaşın kellesini kaybettiğini eminim söylemek akıllarına gelmemiştir.
Bunlar yaşandı bu ülkede. Hem de öyle böyle değil, altı üstü bir şapka için idam sehpalarında nice alimler sallandırıldı (bu arada belirtelim ki, ‘sallandırma’ tabiri halkın etrafında çokça gördüğü darağaçlarını salıncağa benzetmesinden doğmuştur).
İşte şapkanın ana vatanı olan Avrupa medeniyetinden delegeleri bile hayrete düşüren kanunumuzun nasıl uygulandığına dair bazı misaller:
SUS! BİZİ ÇİLEDEN ÇIKARMA!
Yer: Ankara İstiklal Mahkemesi. Tarih: 26 Ocak 1926. Başkan: Kel Ali (Çetinkaya), Üyeler: Kılıç Ali ve Reşit Galip. Yargılanan: İskilipli Atıf Hoca.
Arada “Kılıç Ali Bey” ve “Ali Bey” de lafa girip sanığı suçlayıp payladıkları için S rumuzuyla soruları soran kişinin Aydın mebusu Reşit Galip olduğu anlaşılmaktadır.
İskilipli Atıf Hoca, bundan önce Giresun’da yargılanıp beraat etmiştir ama mahkeme yakasını bırakmamıştır. Yine de gayet emin bir şekilde cevaplandırır soruları. Araya Kel ve Kılıç Ali’ler de girer. Mesele, Şapka Kanunu’ndan 1,5 yıl önce bastırmış olduğu kitabın nerelere gönderildiğidir. Hepsini teker teker açıklar. Şahitleri getirin der Atıf Hoca, gerekirse getiririz cevabını alır. Getirin, söylesin, cezama razıyım, der. Oralı olmazlar. Hatta beraat ettiği Giresun davasında sanki hüküm giymiş gibi davranırlar. Gizli bir gayesi olduğunu iddia ederler. Her şeyim ortada, der, hesap veremeyeceği hiçbir şeyi olmadığını söyler gayet emin bir şekilde.
Bir şeyler çıkarmaya azimlidir mahkeme heyeti. Nitekim Reşit Galip şöyle çıkışır Atıf Hoca’ya:
“Sen en karanlık günlerde Teali-i İslamcılık yap, Mustafa Sabri’nin yanında yer al da, sonra karşımızda şöyle böyle söyle. Sözleriniz hiçbir gerçeğe uygun değildir.”
Bunun üzerine Atıf Hoca öldürücü darbesini indirir: “Bunun belgesini size gösterdim.” der. Reşit Galip kızar: “Ne belgesi?” Atıf Hoca gayet sakin “Mustafa Sabri ile bu beyanname meselesini görüşseydim tekzip etmezdim.” der. Suçlandığı beyannameyi imzalamadığı gibi Mustafa Sabri’ye açıkça muhalefet ettiğine dair resmî bir tekzip belgesi de sunmuştur mahkemeye. Onu hatırlatır. Mahkeme, belgeyi dikkate almak istememiştir besbelli.
Reşit Galip köşeye sıkışmıştır. Kızgın bir tonda “Belgeyi göster.” diye hırçınlaşır.
Merhum Atıf Hoca o vakur tavrını hiç bozmadan sözlerine devam eder:
“Belgeyi arz ediyorum. ‘Vakit’ gazetesinin 1034. nüshasında tekzipnamem duruyor. Şimdi bu durup dururken bendenize belge sormak bilmem nasıl olur?”
Bu darbeyi hazmedemeyen Andımız’ın mucidi, Atıf Hoca’nın tekzip metnini kendisini kurtarmak için yayımladığını söylemek zorunda kalır. Hoca, “Öyle olsaydı onlarla beraber olurdum.” der, yollarının ayrıldığından bahseder. Demek ki, tekzip metni kuvvetli belgedir.
İşte Reşit Galip’in evlere şenlik cevabı:
“Sus! Bizi çileden çıkarma! Biz budala olmalıyız ki, bu sözlere inanalım. Bol bol atıyorsun. Çıkarın!” (Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları 1926, İşaret: 1993, s. 109-115.)
İşte İstiklal Mahkemeleri’nin adalet anlayışının Yassıada’dakinden hiçbir farkı olmadığını gösteren çarpıcı bir örnek. Hatta Yassıada’daki adalet anlayışının kaynağının İstiklal Mahkemeleri’nden miras kaldığını bile söyleyebiliriz.
BİZ TÜRK MİLLETİNİ BÖYLE GÖRMEK İSTİYORUZ!
Bugünden bakınca o zaman millet koyunmuş da, kimse sesini çıkarmamış zannediyoruz ya, bu dahi büyük bir yanılgı. Daha şapka inkılabı yapılmadan önce yazdığı kitaptan yargılanan İskilipli’nin hangi muamelelere maruz kaldığını gördük. İsterseniz bazı Anadolu şehirlerindeki itirazları ve uğradıkları akıbeti de görmeye çalışalım:
26 Kasım 1925: Erzurum’da halk çarşıyı kapatıp Vali’nin evinin önünde “Biz gâvur memur istemiyoruz” diye protesto etmişlerdi şapkayı. Derhal sıkıyönetim ilan edildi. 80 kişi tutuklu.
30 Kasım: Maraş’ta hükümet binası önünde toplanan halk “Şapka istemeyiz” diye bağırdı. Erzurum’daki şapka protestocularından 6’sı idam edildi. (Hapis cezalarını zikretmiyoruz.) Sivas’ta 1 idam var.
7 Aralık: Erzurum’da 4 idam daha.
15 Aralık: Rize’de 8 idam ve ağır hapis cezaları.
18 Ocak 1926: Maraş’ta 5 idam ve hapisler.
4 Şubat: İskilipli Atıf ve Ali Rıza Hoca idam edildiler.
Suçları görünüşte şapkaya itiraz etmekti ve altı üstü bir başlığa itiraz etmenin en büyük suç sayıldığı dönemlerdi. Mason üstadı olup uzun süre içişleri bakanlığı da yapmış olan Şükrü Kaya bunu Şapka Kanunu çıkarken Meclis’teki bir konuşmasında ayan beyan belirtmiş zaten:
“Millet, bağımsızlığını 6.-7. yüzyılların (Asr-ı Saadet’i kastediyor) köhne fikirlerine bağlayamaz. Biz vicdanlarda milliyet aşkını uyandırmak istiyoruz. Milli kıyafet ancak müzelerde bulunur. (…) Biz Türk milletini böyle görmek istiyoruz.”
13 Ekim 2013, Pazar