• Home
  • Genel
  • İstanbul 29 Mayıs’ta değil, 7 Haziran’da fethedildi!

İstanbul 29 Mayıs’ta değil, 7 Haziran’da fethedildi!

İstanbul 29 Mayıs’ta değil, 7 Haziran’da fethedildi!
İstanbul’un fethi üzerine çok laf etmemize rağmen fetih muhabbetinin Ulubatlı Hasan’ın elindeki sancağı sırtında kaç okla surlara diktiği veya Fatih’in gemileri karadan yürütüp yürütmediği gibi fantastik olaylara kilitlendiğini görüyoruz.
Gemiler karadan yürütülmemiş olsaydı konuşulanların neredeyse yarısının buharlaşacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Doğrudur, efsaneler olmadan tarihi sevdiremeyiz ama efsanelerle de 500 sene gidilmez ki! Bir yerde tarihin gerçeğine dönmek ve onunla yüzleşmek zorundayız. Aksi halde birileri çıkar ve yüzleşmekten kaçındığınız gerçekleri gözünüze sokuverir. Ondan sonra, Ermeni Tehciri meselesi gibi, işiniz yoksa çıkartmak için uğraşın durun. Neredeyse 10 yıl önce acı bir soru sormuştum, İstanbul’un fethi hangi “tarihte”dir? diye. Beklenebileceği gibi ilk cevap, 29 Mayıs 1453 oluyordu. Elbette bunu sormuyordum. “Hangi tarihte?” derken, bir kelime oyunu yapıyor ve “takvimlerin dini” problemini gündeme getiriyordum. Nitekim Yahya Kemal yıllar önce sorunu gayet isabetle teşhis etmişti. Üstad diyordu ki: İstanbul’un fethini 1453’te görenler, İsa’nın doğumundan 1453 yıl sonra “Konstantinopolis’in düştüğü”nü, 857’de görenler ise Hz. Muhammed’in (sas) Medine’ye hicretinin üzerinden 857 yıl geçtikten sonra Müslümanların Hıristiyanlığın kalbini fethettiklerini anlatmak isterler.
Takvimler, tıpkı haritalar gibi, sadece teknik birer alet değil, içinden geldikleri medeniyetin birikimini ve bakış açısını yansıtan birer prizmadır çünkü. Bir başka deyişle, bana takviminizi söyleyin, size kim olduğunuzu haykırayım!
İstanbul’un fethiyle ilgili tarihî hata
Şu tarihçi milleti hiçbir şeyden çekmemiştir takvimlerden çektiği kadar. Tarihteki bir olayın tam olarak ne zaman vuku bulduğunu tespit etmek, sorunun sadece bir tarafı. Asıl zor olan, olayın tarihinin “hangi takvimde” geçtiğini tespit etmek. Neden peki? Bilimdeki bunca ilerlemeye rağmen gerçekten de neden bir türlü çözümlenemiyor şu takvim sorunu? Mesela hicrî tarihleri miladî tarihlere çevirirken düşülen hataların en büyüğü, miladi takvimin kesintisiz devam ettiği yanılgısından çıkıyor. Oysa gerçekte miladi takvimde bir kesinti, kelimenin tam anlamıyla bir “kesik kısım” vardır ki, hikâyesi ilginçtir.
Roma İmparatoru Jül Sezar’ın devrinde yapılan takvim, Sezar’ın ismine izafeten Jülyen Takvimi diye bilinir ve kendisine başlangıç tarihi olarak Roma’nın kuruluşunu almıştır. Miladi takvimin esası bu takvime dayanır. 6. yüzyılda Bodur Denis adlı keşiş tarafından bu takvim İsa’nın doğumu eksen alınarak yeniden düzenlendi ve Hz. İsa’nın doğduğu yıldan önce ve sonra diye ikiye bölündü (İsa’dan Önce ve İsa’dan Sonra). Gelin görün ki, bu takvim, yılı 365 gün olarak görüyor ve 4 yılda bir şubat ayını 29 gün çektirerek meseleyi hallediyor, bundan öte bir düzeltmeye gitmiyordu. İyi de güneş yılının günleri tam 365 gün 6 saat değildir ki! 365 gün, 5 saat, 48 dakika…
Şimdi sakın bana “Başa kaktığın topu topu 12 dakika mı?” demeyin. Çünkü bu 12 dakika uzun vadede o kadar önemlidir ki, 10 yılda 2 saat, 100 yılda 20 saat, 120 yılda ise tam bir gün kaymasına sebebiyet vermektedir takvimin. Diyelim ki, 1453’e geldiğinizde 9 günlük bir fark oluşmuştu. Takvimin yüzyıllar içinde bu şekilde kayması hep o 12 dk.nın başının altından çıkmaktadır işte.
Bu kayma en fazla din adamlarını kızdırmaktadır çünkü kozmik zamana endeksli dinî yortu ve paskalyalar yaklaşık her yüzyılda bir gün öne kaymış ve kaya kaya 1582’ye gelindiğinde aradaki fark tam 10 günü bulmuştur. İki arada bir derede kalan Papa 13. Gregor’un imdadına bir Cizvit matematikçi (Clavius) yetişmiş ve bu hatanın düzeltilmesini teklif etmiştir. Önerdiği çözüm gerçekten de tuhaftır. Clavius, takvimi zaman denizinde sarhoş bir gemiye çeviren o 12 dakikanın Hıristiyanlardan aldığı intikamı bu defa bir rövanşla geri almayı, yani takvimden gün atmayı teklif ediyordu. Evet, gün atmayı!
İşin tuhafı, bu yapılmıştır da. 1582 yılının 5 Ekim’inden 14 Ekim’ine kadarki tarihler Papa Hazretlerinin yüce emirleriyle takvimden bir kumaş gibi kesilip atılmış ve 5 Ekim’in bundan böyle 15 Ekim olmasına karar verilmiştir! (Tabii bu arada sevgili hicrî takvimimiz 17 Ramazan 990’ı gösteriyor ve komşu takvimdeki bu kesikten habersiz bir şekilde yoluna devam ediyordu.) Bize komik görünen Papa’nın bu kararı, bakın İstanbul’un fetih tarihini nasıl etkilemiş?
İsmail Hami Danişmend 1953’te İstanbul Fetih Derneği başkanıdır ve hiç değilse 500. yıl kutlamalarında İstanbul’un miladi fetih tarihi olarak tespit edilen 29 Mayıs’ın yanlış hesaplandığını birilerine kabul ettirmek için kapı kapı dolaşmaktadır. Ne yazık ki, bulduğu vesikaları götürüp gösterdiği kişilere bile derdini anlatamamış ve sonunda içini yazıya dökmüştür. Danişmend’e göre, 29 Mayıs 1453, Papa’nın makası eline almasından önceki takvime, yani Sezar’ın takvimine göre hesaplanmıştır ve “o zaman için” doğru bir tarihtir. Ama fetihten 129 yıl sonra gerçekleşen bu takvim makaslama eylemi sanki hiç olmamış farz edilerek fetih tarihi, o zamanki 29 Mayıs’ın üzerinden Papa’nın makası geçirilmeden bugüne postalanmıştır. Dolayısıyla 1453’te henüz 9 gün olan bu takvim farkını hesap etmeden fethin 29 Mayıs’ta gerçekleştiğini söylemek bugün kullandığımız “atlanmış” takvim açısından hatalıdır ve düzeltilmesi gerekir.
Öyleyse fethin doğru tarihini nasıl bulacağız? Aynen Papa Hazretlerinin yaptığı gibi elimize makası alıp 1453’teki 9 günü yine bir kumaş keser gibi takvimden eksilterek. 29 Mayıs’ın üzerine 9 günü ilave ettiğimizde 7 Haziran 1453 çıkar ki, fethin doğru tarihi budur.
7 Haziran 1453… İnanın benim bile dilim henüz alışmadı bu tarihe ama çocuklarımıza sağlam bir tarih bilinci vermek için bu tarihin değiştirilmesi gerekiyor. Böyle bir düzeltme yapmak belki birçok başka olayın tarihini de alt üst edecektir ama en azından bir tarih ve takvim bilincinin doğmasına da hizmet edecektir.
Maruz kaldığımız her şok bizi yeni bir düşünme hamlesine hazırlar çünkü.

Bir yanıt yazın