İtalya sokaklarında Müslüman köleler!
Viyana bozgunumuz üzerine Venedik ve müttefikleri, eski liman ve şehirlerini Osmanlılardan geri almak için kolları sıvamıştır. 1685’te Koron limanı fethedilir, büyük bir kısmı kadın ve çocuklardan oluşan 1300’ün üzerinde Müslüman, esir alınır ve müttefikler arasında pay edilir.
Bin kadarı Venedikliler, Toskanalılar ve Vatikan’ın, geri kalanı ise Malta şövalyelerinin hissesine düşer. İşe bakın ki, köle yapılmak üzere gemilerle İtalyan şehirlerine götürülen bu esirler arasında karnı burnunda hamile bir Müslüman kadın da bulunmaktadır. Kadın, o heyecanla erken doğum yapar. Tam bu sırada görenlerin ağzını hayretten bir karış açık bırakan olay gerçekleşir. Annesi, bebeğin Hıristiyanların eline esir düşmesindense ölmesini yeğleyerek tuttuğu gibi denize fırlatır.
Ertesi yıl Venedik ve müttefik donanması, işgallerine devam eder. Ağustos sonunda ganimet ve kölelerle dolu Venedik gemileri Livorno limanına halat atarken, esir alınanlar arasında 6 siyah kadın da karaya çıkmaya hazırlanmaktadır. Aslında esirlerin sayısında ufak bir düzeltme yapmak gerekmektedir, çünkü bir kadın kucağında yolda doğurduğu bebeğiyle inmeye çalışmaktadır. Belgenin bize söylediği gibi dersek, çok güzel bir “bebecik”… Hatta bu tatlı bebek hakkında birçok hayal ürünü söylenti de yayılmıştır denizciler arasında. Güya doğduğunda beyazmış ama siyah kadınlar onu yağladıkları için rengi kararmış! Bunlar, İtalyan tarihçi Ordinaryüs Profesör Salvatore Bono’nun “Yeniçağ İtalya’sında Müslüman Köleler” (İletişim, 2003) adlı muhteşem çalışmasındaki binlerce örnekten sadece ikisi. Peki benzerlerine kitapta bolca rastladığımız bu örneklerle yazar ne yapmak istiyor dersiniz? Hangi tabuları yıkmaya çalışıyor? Hangi yazılmamış şafakların iniltilerini sağıyor kulaklarımıza? Gözlerimizden hangi perdeleri kaldırmak için o rüzgâr gibi nefesiyle üflüyor pencerelerimize?
Avrupa tarihçiliğinde dilleri kesilmiş bir topluluğun, modern Avrupa’daki Osmanlı-Müslüman kölelerin yazılmamış, üstelik silinmiş tarihini ilmek ilmek dokuyor cesaret ve sabırla. Meslektaşlarından alacağı tepkileri hiçe sayarak hem de.
Bono’ya göre, modern çağda kölelik denilince Avrupalıların ilk aklına gelen bölge, Doğu oluyor nedense. Haremler, köle pazarları, devşirmeler… Kölecilik, Doğuludur Avrupalılarca. Adeta Müslümanlara mahsus bir uygulamadır. Evet, antik Yunan ve Roma’da ya da Amerika’da kölelikten söz edilir edilmesine ama sıra modern Avrupa’ya geldi mi, bu “medeniyetin yeni kıblesi”ne kölelik zinhar yakıştırılmaz. Oysa Braudel’in demiş olduğu gibi, Akdeniz bir bütün değil midir? İç içe geçmiş adetleriyle, inanç sarmallarıyla, insan tipleriyle, hatta yemekleriyle aynı ortak havuzda yüzmekte değil midir Akdeniz insanı? Öyleyse kölelik bahis mevzuu olduğunda bu yekpare coğrafyayı nasıl bıçakla kesebilir, köleliği Doğu “hapishanesi”ne tıkar da Batı’yı ondan azad edebiliriz?
Üstelik de elimizde bunun aksini kanıtlayan on binlerce belge varken… Tarihçi, Vatikan’daki sansürlü belgelere kadar inerek Rönesans’ı doğuran bu “uygar” topraklarda köleliğin ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Sayıları yüz binlerle ifade edilen ve çoğu Müslüman olan bir köle ordusunun İtalyan şehirlerinde yaşadığını, öldüğünü, hatta bazı yerleşim birimlerinde kendilerine mahsus mezarlıklarının bile bulunduğunu ve hatırı sayılır bir kısmının da Hıristiyanlığı kabul ederek İtalyanlaştığını söylüyor. Hayret ki, hayret! Bono, bugünkü İtalyan nüfusu içerisinde Schiavo, Libero, Moretti, Moro, Turchetti ve benzeri soyadlarını taşıyanların çok büyük bir ihtimalle Müslüman köle kökenli olduklarını da ekliyor sözlerine. (Burada aklıma 1978’de Kızıl Tugaylar örgütü tarafından kaçırılıp öldürülen eski İtalya Başbakanı Aldo Moro geliyor. O da bir Müslüman kölenin torunu olabilir mi dersiniz? Meraklılarına benden ufak bir ipucu.)
Roma, Floransa, Napoli ve Cenova’da Osmanlılardan esir alınan kölelerin yaşadığını; Galile çağında bile Müslüman kölelerin bir fırsatını bulup İtalyan sokak ve limanlarında gıda maddesi ve tuhafiye eşyası sattıklarını; hamamlarda, evlerde hizmetçi; gemilerde ise forsa olarak bizzat devlet hizmetinde çalıştıklarını, hatta bunların zaman zaman isyan ettiklerini de öğreniyoruz Bono’nun kitabından. “Demek ki” diyor yazarımız, “Biz Avrupalılar ve Hıristiyanlar da… aslında köleliği kabul etmeye ve uygulamaya devam etmişiz. 16. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk yıllarına kadar İtalya’da Müslüman kölelerin bulunuşu… bizim başkalarını küçümseyen ve tartışılmaz bir biçimde üstün sayılan “uygarlığımıza” dayanarak yarattığımız imajla çelişen bir unsur olarak ortaya çıkmakta ve -başka pek çok şey gibi- düzeltilmesi gerekmektedir.”
Ancak Salvotore Bono, bu yaklaşımını günümüzle ilişkilendirmeyi de ihmal etmiyor. Eğer İtalya gibi modern uygarlığın beşiği sayılan bir ülkede Osmanlılardan esir alınan kölelerin varlığı ve emeği bu kadar ileri bir kertede ise, AB tartışmalarında sık sık Türkiye’nin de karşısına çıkartılan “Avrupa’nın içi” ve “dışı” gibi kavramlar da anlamlarını yitirmiyor mu biraz? Tarihlerini daha yakından tanımak, Avrupalıların Müslümanları Avrupa’nın dışında tutma konusundaki ısrarlarının manasızlığını gösterebilir onlara. Bono, mert bir dille şunu ortaya koyuyor: “Avrupa Birliği dışındakiler zaten bizim aramızdaydı, evlerimizde dolaşıp durmuşlardı, daha birkaç yüzyıl öncesinden bizlere karışmış ve bizlerle kaynaşmışlardı.”
Alın bakalım! Meğer İtalya’daki Müslüman köleler bizden önce AB’ye girmiş de haberimiz yokmuş! Bono’nun kitabından sonra İtalyanların yüzlerine daha bir farklı bakacağım galiba. Tabii ki, bu yüzlere acaba hangi Müslüman gölgeleri yansımış diye… 20. yüzyılın en büyük tarihçilerinden Marc Bloch öyle diyor çünkü: “İyi tarihçi masallardaki insan yiyen deve benzer: İnsan etinin kokusunu aldığı yerde avının olduğunu bilir.”
Tarih, insan temelindeki bir diyalogdur ve ancak onu yüzeysel olarak okuyanlar kavga eder.
Do you want Search?
Random Post
Search