• Home
  • Genel
  • Ezber bozan tarihçiye veda veya hoş geldin
John Lukacs

Ezber bozan tarihçiye veda veya hoş geldin

John Lukacs 95 yaşında öldü

‘Tarihin Don Kişot’u’ bir tarihçiden beklenmeyen akıcılık ve şıklıktaki yazma tarzı ve zekânızı terleten sorularıyla ölü zannettiğiniz tarih malzemesi üzerinde şimşekler çaktırmayı başarır. Onu okurken tarihin ölmediğini iliklerinize kadar hissedersiniz.

İki, Daha yavuz bir belge var mıdır ha

Gerçeği ararken parçalanmayı göze almış yüzlerden.

Ece Ayhan

Gerçek parçalardan oluşur. Onun som halini biz faniler tecrübe edemeyiz. “Parça bütünün habercisidir” derler ya, o bütünün kokusunu, rengini, tadını, sesini parçalarda bulmayı severiz.

Gerçeğin peşinde koşmak parçalar yüzümüzü; çünkü aramak ormanda dikenlerle, şehirde sahtekârlarla cidale girmektir. Yüzünün parçalanmasını göze alamayan çıkmaya cesaret edemez avcılığa.

Tarih bir tür gerçek avcılığıdır, gerçeği bulmak için ilan edilen bir seferberliktir. F. Braudel’in tarihçinin görevini, anlamak istediği geçmiş adasına sefer düzenleyen komutana benzetmesi manidardır. Kazanırsa ganimet alacaktır, kazanamazsa hüsran.

Tarihçinin işi güncel gerçeği arayanlara kıyasla daha mı zordur? Belki. Çünkü içinde yaşamadığı bir dönemi yaşamış gibi -bizlere girişte üç boyutlu sinema gözlüğü dağıtarak- göstermesini bekliyoruzdur ondan. Bu, imkânsızı başarmaktır bir yerde. Lakin bir kere soyunmuştur tarihçi; naçar arabaya koşulacaktır. En gerçekçi resmi yakalamak ve arabaya binme şansı dahi olmayan yayalara “gaiblerden” haber vermek için…

Tarihçinin trajedisi burada yatar: Seferden dönecek, heybesindeki bulgularını anlatacak ve en önemlisi, güzel anlatacaktır. Herşeyi değil elbette. O zaman çorbaya döner anlatımı. Gerçeğin parçalarını öylesine ustaca yan yana getirecektir ki, okurun zihninde bir tablo eskizi oluşturacaktır. Bütün çabası da bu eskizi oluşturmak için değil midir? Hiçbir zaman tamamlanamayacak bir tablo düşünün. Nesiller boyu tekemmül ettirilen bir kitap… Tarih budur. Tarihe son noktayı koymak hiçbir faniye nasip olmayacak bir ütopyadır.

Bu cehdi bir ömür boyu gösterebilen ne yazık ki pek nadir. Türkiye’de kim var bu cins tarihçiden derseniz Zeki Velidi Togan ile Halil İnalcık adlarını verebilirim. Sürekli kendilerini yenileyen, tashih eden ve yazarak kıvamlandıran bu hocaların eksiği ise tefekkür. Bu kumaş Fuat Köprülü’de vardı ama siyasete girerek mesleğine “ihanet” etmiş oldu. Ne yazık ki tarih ihaneti kabullenmiyor. Sadakat olmazsa vefa arama onda.

TARİHİN DON KİŞOT’U

6 Mayıs 2019 Ramazanın ilk günüydü ve ömrünü resmi tarihe isyanla geçirmiş Kadir Mısıroğlu’nun vefat haberi o gün üzüntüye gark etti gerçek sevdalılarını. Ne gariptir ki aynı gün, ABD’nin Phoenixville şehrinde bir başka tarihçi de son nefesini veriyordu.

John Lukacs Budapeşte doğumlu bir Macar. Nazizmden ve Sovyet Komünizminden ABD’ye iltica etmiş, Philadelphia şehrinde ufak bir Roman Katolik kilisesi kuruluşu olan Chestnut Hill Koleji’nde tam 47 yıl ders vermiş. John Wilson’ın The American Conservative’de (2013) yazdığı gibi Lukacs’ın Amerika’da o kadar prestijli üniversite varken bu mütevazı okulda kalma ısrarı, onun tarih üzerine 35 kitap ve sayısız makale yazmasına ve kitaplarının üç muteber tarihçi neslini etkileyip onlara ilham kaynağı olmasına engel olmamıştı.

Bunun sebebi, “tebahhuru”, yani uçsuz bucaksız bilgisi yanında sağduyu balyozu ile yontulmuş argümanları ve çağımızın unuttuğu bir Ortaçağ nobranlığı ile yazmış olmasıdır. Onu okurken sık sık başınıza lobutla vurulmuş gibi hissedetmeniz bundandır. Pek iyi bilindiği varsayılan kabullerin üzerine hışımla giden bu ‘tarihin Don Kişot’u’ bir tarihçiden beklenmeyen akıcılık ve şıklıktaki yazma tarzı ve zekânızı terleten sorularıyla ölü zannettiğiniz tarih malzemesi üzerinde şimşekler çaktırmayı başarır. Onu okurken tarihin ölmediğini iliklerinize kadar hissedersiniz.

Öteden beri Marksistlerce sosyo-ekonomik şartlara indirgenmek istenen tarihi yapan asıl faktörün “fikir” olduğunu o kadar kuvvetle dile getirir ki, ona göre Hitler 31 Temmuz 1940 günü İngiltere’ye çıkarma yapma kararını vermeseydi 2. Dünya Savaşı’nın ve tarihin akışı büsbütün başka türlü olabilirdi.

Lukacs tarihin insan tarafından özgürce verilen kararlarla şekillendiğini savunduğu gibi ahlaki çöküşün Batı toplumlarını yeni bir Karanlık Çağın eşiğine getirdiğini ve Soğuk Savaşın demokrasi ile komünizm arasındaki ideolojik bir çatışma imiş gibi sunulmasının yanlışlığını da cesaretle ortaya koymuştur. Ve 20. yüzyılın, aslında günümüzün de ana siyasî itici gücünün milliyetçilik olduğunu fikrindedir.

BOĞAYI BOYNUZLARINDAN YAKALIYOR

Onun tahrikkâr yazma tarzının bir örneğini şu cümlesinde yakalamak mümkün:

“Üçüncü Reich 1946 yılında çökünce muhtemelen sayıları 10 bine varan Alman intihar etti, intihar edenlerin tamamı Nazi değildi. Öte yandan 1989 yılında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki Komünist yönetim çökünce Rusya’da veya herhangi bir başka yerde tek bir Komünistin intihar ettiğini bilmiyorum.”

Lukacs “boğayı boynuzlarından yakalamayı” nasıl beceriyor peki? Onu da kendisi cevaplandırsın:

“Tıbbın maksadının mükemmel sağlık değil, hastalıklarla mücadele olması; hukukun maksadının mükemmel adalet değil, adaletsizliğe karşı dikkatli olma yoluyla adaleti sağlamaya çalışma olması gibi, tarihçinin maksadı da mükemmel gerçeği belirlemek değil, gerçeğe aykırılık dahil, cehaletin azaltılması yoluyla gerçeğin peşinde koşmaktır.”

Öyleyse cehalete seferi vardır tarihçinin.

Bu cins tarihçinin emek, tefekkür ve tecrübe ürünü iki eseri Ketebe Yayınları tarafından Türkçeye kazandırıldı. Siz Modern Çağın Sonu ve Yirminci Yüzyılın Sonu adlı eserlerinin tadını çıkarırken bir sarsıcı kitabı daha yanlarına kurulmuş olacak: Tarihin Hitler’i. Tarihçilerin Hitler’e ihanetleri ve onu günah keçisi haline getirme gayretkeşlikleri yanında hakkında en çok kitap yazılan siyasi lider olan Führer’in gerçekte kim olduğuna dair ipuçları merak sofranıza cömertçe dolacaktır.

Geç bulup çabuk kaybettiğimiz Lukacs’ın öldükten sonra kıymetinin daha iyi anlaşılacağından eminim.

Bir yanıt yazın