• Home
  • Genel
  • Kadınlara seçme ve seçilme hakkı lütuf olarak mı verildi yoksa söke söke aldılar mı?

Kadınlara seçme ve seçilme hakkı lütuf olarak mı verildi yoksa söke söke aldılar mı?

Afet İnan kadınlara seçme ve seçilme hakkının 1929’dan 1934’e kadar Atatürk, İsmet İnönü, Şükrü Saracoğlu gibi devletlular tarafından geciktirildiğini yazıyor.

Kızı Arı İnan’ın Tarihe Tanıklık Edenler adlı kitabındaki bir söyleşide son derece ilgi çekici itirafları var (Bkz. Türkiye İş Bankası Yayınları, 2018, s. 324-334).

Okuyoruz:

“Öğretmenlik yaptığım okulda bir erkek talebe Medeni Bilgiler kitabından okuttuğum derse itiraz edip ‘siz bize kız arkadaşlarımıza da rey verdirdiniz ama kanunda yalnız erkekler rey verebilir yazıyor’ deyince o kadar mahcup oldum ki, kıpkızardım.

Bu hadiseyi Atatürk’e anlatınca (Mart 1930’da yılında) Şükrü Kaya dedi ki: “Paşam (kadınlara oy hakkı tanıyan) kanun (1929’dan beri) mecliste bekliyor, emrederseniz Başvekile söyleyeyim (çıkarsın)”. Atatürk “Hayır dursun” dedi.

Ondan sonra münakaşa açtı. Kadınlara bu hakkı vermeli mi vermemeli mi? diye. Şükrü Kaya ve Recep Peker taraftardı, Şükrü Saracoğlu ise “Hayır bizim kadınlarımız daha o olgunlukta değil” diyordu.

Kanun bir sene evvel Mart ayında verilmiş, kadınlara rey hakkı filan yok. Fakat bir türlü Meclisten çıkmıyordu.

Atatürk bana kadınlara seçme ve seçilme hakkı üzerine bir konferans verdirdi. Kanun zaten mecliste bekliyordu. Kanunun çıktığı gün benim konferansım oluyor.

KANUN O DELİKANLININ ESERİDİR, ONUN TESİRİ İLE OLDU. SELAHATTİN İSİMLİ BİR ÇOCUKTU…

Ondan sonra işte kadınlara bütün hakları verilsin mi verilmesin mi diye tartışmalı gitti 30’dan 34’e kadar. Ben hep (kadın haklarını) müdafaa ediyorum. Sonra yine bir türlü çıkmıyor öteki (kadınlara genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkı tanıyan) kanun. Ben diyorum ki kadınlara meclis yolu da açılsın. Diyorlar ki “Hayır evvela kadınlar bu işe layık olduklarını göstersin. Ondan sonra…” Peki evvela verin. Bilsinler ki böyle bir hakları var, ondan sonra layık olurlar diyorum.

Neyse işte böyle bir münakaşa oluyor mütemadiyen ve hükümet direniyordu. Sonra (1934’te) bir akşam Satı Kadının milletvekilliği konuşuluyordu.

Bir gece Çankaya Köşkündeki odamda yatmıştım. Uyandırıp sizi istiyorlar dedi hizmetçi. Atatürk ile İnönü oturmuşlar. Atatürk “İsmet Paşa’nın elini öp” dedi. Niye dedim. “Öp elini” dedi. Öptüm. Ne var? dedim. “İSTEDİĞİN KANUN ÇIKIYOR” dedi. (Dikkat buyurun, İSTEDİĞİM KANUN çıkıyor” demiyor, Afet İnan’a “İSTEDİĞİN KANUN ÇIKIYOR” diyor.-MA) İşte 4 Aralık 1934’te akşam karar vermişler. 5 Aralıkta kanun çıkıyor.

Arı İnan’ın, annesinin banttan aktardığı konuşmasındaki bazı cümleleri düzelterek ve biraz toparlayarak aynen aktardım sizlere.

Hem 1930 yılında mahalli seçimler kanununun da bir yıldır Mecliste beklemesi, hem de ondan sonraki dört buçuk yıl boyunca Afet hanım dahil kadın kamuoyunun baskısı karşısında sonunda teslim olduklarını ve kadınlara genel seçimlerde de seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanunu Afet İnan’a “İsmet’in elini öp” diye erkeksi bir tahakküm jestiyle müjdelenmesi aslında kanunun erken değil geç çıktığını, dahası, Atatürk-İnönü ikilisinin alttan ve çevreden gelen bu baskı olmasa çıkışını daha da geciktireceklerini gösteriyor. Nitekim İffet Halim Oruz dahil dönemin kadın aktivistlerinin hatıralarında kadınlara oy hakkı verilmesi için talepte bulundukları zaman bizzat Atatürk’ten “Önce askerlik yapacaksınız, sonra seçme ve seçilme hakkı isteyeceksiniz” cevabıyla defalarca karşılaşmış olmaları ve okullarda öğretmenler ve kız öğrencilerin bizzat M. Kemal’in yüzüne karşı “bu hakkı neden bizden esirgiyorsunuz?” diyerek meseleyi yüze gelme noktasına getirecek kadar cüretkârlaşmış olmaları İnkılap Tarihlerimizde geçtiği üzere bu hakların bir lütuf olarak verilmeyip uzun bir hak kazanma sürecinde ve ısrarlı bir mücadele sonucunda elde edildiğini açıkça gösteriyor.

Nitekim Atatürk’ün yakınlarında bulunmuş olan edebiyatçı İsmail Habip Sevük de Ankara Kız Lisesi’ni ziyaretlerinde bir kız öğrencinin Gazi’yi sıkıştırdığını, onun da klasik cevabı olan “Askerlik yapmazsanız bu hakkı alamazsınız” mealinde bir cevap verdiğini, buna mukabil isminin Müjgan olduğunu hatırladığı kız talebenin şu zeka ürünü cevabı verdiğini aktarıyor:

– Şu halde biraz geç kalmış olmuyor musunuz Paşam? Türk kadını askerlik vazifesini İstiklal Harbi’nde çoktan yaptı. Ulus’taki abidede sırtında mermi taşıyan kadın, benim annemdi.

Ya işte böyle.

Kadınların hak arama mücadelesi bile görmezden gelinip tepeden inme bir lütuf ve atifet masalına çevrilebiliyorsa o tarihte bir arıza olduğu muhakkaktır. Halksız tarihtir bu. Halkı dışlayan ve ona tepeden bakan, onu istenildiği gibi yoğrulacak plastik bir nesne olarak gören bir jakoben anlayış… Kadınlara bir hak gerekiyorsa onu biz veririz, size ne oluyor? mantığı değil mi bu? Oysa Cumhuriyetin 11. yılında elde edilen bu hakkın aşağıdan gelen bir dalgayla elde edildiğini göstersek belki de gençlerimizde dede ve nineleri hakkında olumlu ve örnek alınacak bazı izlenimler oluşabilecek ve kendilerine güvenleri geri gelecektir.

Ama zaten bütün tarih bu özgüvenin, bu itimad-ı nefsin insanımızda küçük yaştan itibaren oluşmaması uğruna yapılmıyor mu? Onu pasif bir nesneye dönüştürüp aktif ve karar verici bir özne olmaktan uzaklaştırmak üzere kollar hışımla sıvanmış değil midir? Bir inşa ve irade hikâyesi olarak yazılabilecek iken yakın tarihte yaşananlar, bir esaretten veya uzun uykudan Batılı kahramanın sihirli bir öpücüğüyle uyanması senaryosuyla yazılırsa T. S. Eliot’un o ikaz edici mısraları zihnimizde ete kemiğe bürünecektir:

Tarih kölelik olabilir, tarih özgürlük olabilir

Tarihi olmayan halk kurtarılamaz zamandan.

(Çorak Ülke)

Not: Bu yazıda Afet İnan’ın anlatımından özetlediğim kadınların seçme ve seçilme haklarını elde ediş macerasını Küller Altında Yakın Tarih adlı kitabımda başka kaynaklardan yararlanmak suretiyle kaleme almıştım (Ketebe, 2019, s. 37-47).

Bir yanıt yazın