Ahmet Şık’ın internete düşen “kitabı”nın akıllara hemen Kâzım Karabekir’in yakılan kitabını getirmesi ilginçti. Her ikisi de ‘basılmadan’, yani suç unsuru oluşmadan yasaklanmıştı. Öyleyse bugünkü yargı sistemi hâlâ 1930’lardaki düzeydeydi.
Mevcut iktidara saldırabilmek için geçmişten medet ummak güzel de, bu aynı zamanda geçmişin ne denli karanlık olduğunu da ortaya koymuş olmuyor mu? 1930’ların birilerince Altın Çağ olarak kutsandığını hatırlarsak, kitap yakılma olayını gündeme getirmek, biraz Onur Öymen’in Dersim “sürç-i lisanı” gibi oldu.
Mesela Can Dündar, Karabekir’in kitabının ‘basılmadan yakıldığı’nı yazdı (Milliyet, 27 Mart 2011). Merak ettim: Basılmamış bir kitap nasıl yakılır? Eldeki nüsha imha edilir, o kadar. Oysa yakıldığı iddia edilen 3 bin adet kitapsa bunlar nasıl basılmamış olabiliyor? Kitap basılmış ama tam dağıtıma verileceği gün yaktırılmıştı. Hem de mahkeme kararı olmadan. İşte günümüzdeki olayla arasındaki asıl fark, birisinde kitaba hükümet eliyle, diğerinde savcının kararıyla el konulmuş olmasında yatmaktadır.
Şimdi bizzat Karabekir’in yazdıklarına, yani işin kaynağına uzanalım ve kitabın yazılış ve yakılış öyküsünü onun keskin dilinden okuyalım.
Karabekir Paşa 1927’de sona eren milletvekilliğinden sonra Erenköy’deki köşkünde sakin bir hayat sürer. Ta ki “Milliyet” gazetesinde saldırgan bir yazı dizisi başlayıncaya kadar. Yazar İstiklal Savaşı’nın muhalif komutanlarına acımasızca yüklenmektedir. Bir ara sözü Karabekir’e getirir ve ona çocuklar için “Şarkılı İbret” piyesi yazacağına İstiklal Savaşı hatıralarını yazmasının yerinde olacağı uyarısında bulunur. Bunun üzerine Paşa, belgelerle desteklediği cevabî mektubunu gazeteye gönderir. İşin garibi, cevap 4 Mayıs günü gazetede çıkar ve bomba gibi patlar, zira “Nutuk”a alenen karşı çıkmaktadır.
Böylece 6 mektup yayınlanır ve gazetenin tirajı fırlar. Ancak “yüksek yerden” gelen bir emirle Paşa’nın cevapları aniden kesilir. Hakem maçı tatil etmiştir. Silahıyla olduğu gibi kalemiyle de mücadele etmekte usta olan Paşa, hazırladığı notları kitap halinde çıkarmaya karar verir. Karabekir’in deyişiyle “düello” henüz bitmemiş, yeni bir aşamaya girmiştir.
İlk cildin baskı işi 28 Mayıs günü öğle vakti bitmişti. Ancak ikindi vakti kötü haber Paşa’ya ulaştı. Sinan Matbaası sahibi Sinan Omur (ki Risale-i Nur’a yaptığı hizmetler hâlâ hatırlardadır) fena halde tehdit edildiğini, pasaportunu alıp yurtdışına savuşmaktan başka çaresi kalmadığını ve kitabın polisçe matbaadan alındığını haber verir. Paşa, Başbakan İnönü’ye protesto telgrafı çekerek kitabının serbest bırakılmasını ister. Cevap alamaz.
Sonradan öğrendiğine göre CHP İstanbul İl Başkanı Cevdet Kerim İncedayı, Sinan Bey’in önüne bir kâğıt koyup zorla imzalatmış. Kâğıtta matbaa sahibinin, sakıncalı olduğu gerekçesiyle kitabın imhasını istediği yazmaktadır. Oysa böyle bir hakkı yoktur, zira kitabı yazar kendi cebinden bastırmaktadır. Savcıya şikâyet eder, ilgilenmez. Bunun üzerine Paşa notlarında şöyle der: “Hükümet gizli eliyle kitaplarımı yaktı.”
Paşa başka bir yerde de Cumhuriyet’in “Kızıl Pençe” diye bir teşkilatından söz eder. Bu teşkilatın tetikçilerinden birisi Kılıç Ali ise öbürü Recep Zühtü’dür. Kitabının yaktırılması işini bunlar organize etmiştir. (Kılıç Ali hatıralarında kitabı yakma sorumluluğunu İnönü’nün üzerine atar. Ancak Atatürk’ün Karabekir’in kitabını okuyup da “beyinsizce ve alçakça” diye not düşmesi ve Paşa’nın bir akıl hastanesine götürülmesini tavsiye etmesinden nedense dem vurmaz.)
Ardından 70 polis Karabekir’in evini basar, 95 dosya tutarındaki yazı ve belgelerini 4 çuvala doldurup götürürler. Arkadaşı Cafer Tayyar Paşa’nın evi de aranır. Asıl dertleri, yakılan kitaptan Paşa’da kaldığını öğrendikleri o 5 nüshayı ele geçirmektir. Paşa ‘Onları yaktım’ der. Tehditlere devam ederler. Ve iş gelir, suikast planına kadar dayanır.
“Bir suikasd eserime karşı yapıldı”, der Karabekir, “diğeri hayatıma karşı hazırlandı. Fakat haber alıp önledim.” Bu noktadaki açıklamaları çarpıcıdır ve mutlaka dikkate alınması gerekir. “Bana karşı Gazi’nin bir suikasd yapacağını düellomuzun ilk gününden beri kaç kişilerden işitmiştim” der “Bir Düello Bir Suikast” kitabında ve ekler: “Fakat bu bir tahminin sonucuydu.” Şimdi yeni bir suikast hazırlığı yapıldığını öğrenmiştir. Habere göre Vali Konağında tam 4 gün bu konu tartışılmış. Bir Ermeni’ye kendisini öldürterek suçu onun üzerine atacaklarmış. “Bütün hınçları”nın İstiklal Savaşı’nda gördüğü hizmetlerin belgelerini ortaya koymasından geldiğine inanır. “Dostluğu düşmanlığından tehlikeli olan bu şefimiz, artık son kararını vermiş bulunuyor.”
İsmet Paşa ağustos ayında olaydan haberi olmadığını yazar. Karabekir acır ona. “Ne yazık ki, kendisinin “Gizli Kızıl Pençe”den haberi yok.” der. Kabul eder: “Kızıl Pençe düzeninde İsmet yoktu. Buna doğruca Gazi emir verir. Meclis Reisi, Kılıç Ali gibi en güvenilir adamları vasıtasıyla hükümet mekanizması gizli oyunlarına başlarlardı.” Kitabını onların yaktırdığına, evini onların bastırdığına ve şimdi de suikast düzenleyerek ipini çekmek istediklerine inanır. Başbakana yazarak oyunu bozmaya çalışır.
Karabekir sonuçta bu “anormal işler”in ülkeyi felç ettiğine üzülür. “Yazık ölen vakitlere, yazık öldürülen hakikatlere” diye not düşer defterine.
“Kızıl Pençe” düzeni Karabekir’i zahiren susturmayı başarsa da, o eser yazmaya devam eder. Bugün elimizdeki kitapları onun bu mücadeleci kişiliğinin eseridir. Birçok sırrı deşifre etmiştir de, nedense “Kızıl Pençe”yi pek özet geçmiştir Paşa. İnsanın aklına geliyor ister istemez: Bu “Kızıl Pençe” nasıl bir şeydi?
Buyurun tarihin yeni bilinmezlerine.
***
Haftanın notları
Geçen haftayla ilgili iki notum var. 1) Yılmaz Büyükerşen’in bir yazısına atfen Said Nursi’nin cenazesinin kaçırılması operasyonunda bizzat bulunup bulunmadığını sormuştum. Sayın Büyükerşen beni arayıp orada olmadığını, bu haberin kendisine Zeki Özöver adlı bir havacı subay tarafından sızdırıldığını söyledi. 2) Bir internet sitesinde ‘Said Nursi’nin yeni bulunan fotoğrafı’ diye sunulan fotoğrafın ona ait olmadığını yazmış ve bu habere ‘asparagas’ demiştim. Sitedeki kardeşlerimiz hatalarının farkına varmışlar ama ‘asparagas’ kelimesini kullanmama da üzülmüşler. Bu kelimeyi ‘hatalı haber’ diye düzeltiyor ve yeni bir fotoğrafla tartışmaya son noktayı koyuyorum.