Kimin milenyumu?

Kimin milenyumu?
Yeni bin yılda müthiş iddialar, yeni bir sayfa açmalar, kötülüklerden uzak, mutlu, barış içinde, sağlıklı bir hayatlar filan… Bu mürailik her yıl başında tekrarlanıyor.

Dikkat ediyor musunuz siz de bilmiyorum, burada alttan alta zamanın kutsanması söz konusu. Sanki zaman her şeyi kötüleştirmişti şimdiye kadar ve yeni zamanın bizi daha bir güleryüzle, daha sevecen bir şekilde karşılayacağını umuyor, hatta bekliyoruz.

Zamanın gücüne olan bu “batıl itikad”ın Uzay Çağı’nda bile yaşamaya devam etmesi neyin göstergesi sizce? Bilimselliğin mi? Güldürmeyin beni lütfen. 2000 yılının 2014 yılından daha önemli olduğunu söyleyecek bir bilimsel teori, hadi vazgeçtim bir bulgu, bir gerekçe söyleyebilir misiniz bana? Bu tamamen psikolojik bir şartlanmanın eseri. Bir de insan zihninin “yuvarlak rakamlara” daha meyyal olduğu söylenebilir, o kadar.

İyi de neyin bin yılı bu?

Milenyum, Hıristiyan itikadınca Hz. İsa’nın dünyadaki bin yıllık hakimiyeti, şeytanın bin yıl boyunca bağlanıp dipsiz bir kuyuya atılacağı dönem demektir. Bu bin yıllık hakimiyetin sonunda yani bin yılın sonunda verilecek bir hükümle kıyametin kopacağına dair çeşitli kehanetler savurulmuştur. Öyle ki ilk bin yılın sonlarında kıyametin kopacağı endişesiyle bazı şehirler boşalmış ve ahalisi dağlara sığınmıştır. (Hoş ikinci bin yılın sonunda da Avrupa ve Amerika’da aynı endişeleri paylaşanlar az değildi. Mağaralara kahve, fener ve makarna istif eden bu çok “rasyonel” bireylerle bizim serinkanlı insanımızı karşılaştırınca hangisinin daha “modern” olduğu konusunda karar vermekte doğrusu zorlanıyor insan.)

Anlayacağınız, Batı’nın pek çok işinde olduğu gibi dini bir saik yatıyor burada da. Zaten Batı’da dinin ve dini geleneklerin kültürün içerisinde kırılmadan devam ettiğini ve en modern şekilleriyle Amerikan parasında yahut Fransızların Dizbağı Nişanı’nda görüyoruz.

Adamların zaman kavramları bile tamamen farklı bizden. Hep ileriye giden, bir çizgi üzerinde yürüyen, geri döndürülemeyen bir zaman telakkisi egemen Batı’da. Bereket Nietzsche çıkıp da zamanın ebedi bir dönüş halinde kendini tekrarladığını ve başladığı noktaya sık sık döndüğünü söyledi de, bu çizgisel zaman anlayışı kırılmaya başladı. Bu kapıdan giren Heideggerler, Gadamerler Doğu tefekkürünün farklı ışıklarını fark edebildiler, giderek oradan hikmetler devşirebildiler.

Matei Calinescu, Modernliğin Beş Yüzü adlı kitabında, modernliğin esasının “geleceğe yönlenmiş olmak” şeklinde kendini belli ettiğini söylemekte, bu tür bir zaman kavrayışına sahip olmayan toplumların modernliği algılayamayacakları üzerinde durmaktadır. Onlara bu tür bir zaman anlayışı anlamsız gelecek, iki zaman anlayışı arasındaki fark yüzünden hafızaları birbirini hatırlayamayacaktır.

Milenyum kimin zamanındadır öyleyse?

Daha doğrusu, kimin tarihinin bir parçasıdır?

Ve niçin bin yıl?

Sadece rakamın yuvarlaklığı mıdır burada belirleyici olan?

Yakınlarda bir yazısı yayınlandı Partha Chatterjee’nin. Adı, “Kimin hayali cemaati?” Malum, milliyetçilik teorilerinde milliyetçiliğin Almanya, Fransa veya İngiltere eksenli olarak tahayyül edilmiş bir cemaat kurmak üzere programlandığı, bu noktadan itibaren de bütün tarihin bu programa uygun olarak yeniden yazıldığı iddia ediliyordu. Chatterjee ise bunu sorguluyor ve mesela Hintlilerin “hayal ettiği cemaat”in neden Avrupa tecrübesini model alması gerektiğini anlaşılmaz buluyor. Bir Hintlinin hayal ettiği cemaat ile bir Fransız’ınki neden benzesin birbirine?

Milenyumun Karayipler’den San Fransisco’ya kadar neredeyse aynı şekilde kutlandığını görünce CNN’de, bu toplumların kendi milenyumları, kendi takvimleri, kendi zamanları buharlaştı mı yoksa? diye düşünmeden edemedim.

Yahya Kemal de bir yazısında değinmişti bu konuya: İstanbul’un fethi 1453 yılındadır denildiği zaman Hz. İsa’nın doğumundan bu yana geçen Hıristiyani bir zaman telakkisinin içine kayıyoruz ister istemez. Buna mukabil 857 hicri yılında İstanbul’un fethedildiğini söylemek, Hz. Peygamber’in aksiyona geçtiği yıldan 857 yıl sonra Müslümanların Hıristiyan dünyasının kalbini ele geçirdiklerini söylemek anlamına gelir.

Birincisinde Hz. İsa’nın doğum tarihini bile 4 yıl hatayla hesaplayabilmiş bir kültürün içinden konuşuyorsunuz, ikincisinde ise zaman koordinatında alemlere rahmet olarak gönderilmiş bir nur kaynağından kaç yıl sonra duruyorsunuz, onu belirlemiş oluyorsunuz.

Takvimlerin dini, imanı var mıdır yoksa?

Bir yanıt yazın