Lozan’ın gizli maddeleri

89 yıl önce bugünlerde Lozan Barış Antlaşması imzalanırken bir Türkiye Cumhuriyeti bulunmuyordu ortada. Malum, görüşmeler başlamadan 1 ay kadar önce saltanatı kaldırarak Osmanlı’yı ‘tarihe gömmüştük’. Peki görüşmeleri hangi devlet yürütüyordu?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Devleti. Ancak burada fazla göze batmayan ufak bir sorun vardı.

307 sayılı kanunla Osmanlı İmparator-luğu’nun inkıraz bulduğu ve TBMM hükümetinin kurulduğu ilan edilmişti edilmesine ama bu yeni devlet henüz uluslararası camia ve Milletler Cemiyeti tarafından tanınmış değildi. Bunun anlamı, henüz tanınmamış bir devlet olarak gidecektik Lozan’a ve ancak orada atacağımız imzayla tanınmamız mümkün olacaktı.

Burada akla şu soru geliyor: Eğer Lozan’da bir anlaşmaya varılamazsa kaybeden kim olacaktı?

İngiltere zaten fiilen işgal etmişti edeceği yerleri. Bu durumun tescilini bekliyordu sadece. Fransızlar da Suriye’yi kapmışlardı. Onlar da 1921’de Ankara’da imzaladıkları geçici İtilafname’nin kalıcı olmasını bekliyorlardı. En büyük mağdur İtalya idi; kelimenin tam anlamıyla hava almışlardı! Ermeniler de, Kürtler de umurlarında değildi İngilizlerin; yeter ki, Sovyetler Birliği Mısır ve Hindistan’dan uzak tutulabilsindi.

19 Şubat 1920 tarihli İngiltere Genelkurmay Başkanı’nın talepnamesinde, vazgeçilebilecek topraklar belirtilmişti zaten. Nitekim bu belgede açıklanan asgari sınır, İngilizlerin Lozan’da bize bıraktıkları topraklarla neredeyse birebir örtüşüyordu. Konunun uzmanı Marian Kent, Lozan’da ortaya çıkan sınırlarımız için şu yorumu yapar: “İroniktir, bu koşullar, neredeyse tamı tamına 1919 başlarında Donanma Bakanlığı’nın desteklediği İngiliz Genelkurmay’ının savunduğu koşullardı.” (“Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler”, İst. 1999, s. 222; belge Cab. 24/116, CP 2275, ek D, s. 7-8.)

Velhasıl, Lozan’a giderken durumu belirsiz olan yalnız bizdik. Bağımsızlığımızın tanınması gibi temel bir problemimiz vardı. Hukuken tanınmış olan Osmanlı’yı kendi ellerimizle öldürmüştük, yeni kurduğumuz devlet de rüşdünü ispata uğraşacaktı. Lozan görüşmeleri uzadıkça sıkıntıya düşecek olan taraf bizdik.

İngiltere’nin başını çektiği uluslararası camia tarafından tanınmazsak ne olacaktı? Tayvan veya Kıbrıs gibi bir statümüz mü olacaktı?

Görüldüğü gibi Lozan’ın henüz düşünülmemiş, araştırılmamış nice yönleri vardır. ‘Lozanologlarımız’ı bir an önce yetiştirmezsek bu kördüğüm böyle sürer gider. Yıllar önce bir sözde ‘uzman’ın, üstelik Türk Tarih Kurumu’nun ‘bilimsel’ dediği bir sempozyumda Lozan’ın maddeleri diye İngilizlerin bize teklif ettikleri müsveddeyi yayınladığını görünce hal-i pür-melalimize acımaktan başka bir şey gelmemişti elimden.

Üstelik Lozan’da ciddi bir istihbarat oyunu oynandığından da haberdar değiliz. Lozan’ın karşı taraftan bilgi çalmaya dönük operasyonları üzerinde duran nadir bir İngilizce araştırmaya göre İngilizler, İstanbul’a yerleştirdikleri özel yetiştirilmiş telgraf çalma ve çözme ekibi sayesinde Türk hükümetinin Lozan’a çektiği telgrafları bizimkilerden önce yakalıyor, çözüyor ve Lozan’daki ekibimizin eline ulaşmadan önce Londra’ya ulaştırıyorlar, gereken emirler verildikten sonra Lozan’da müzakere masasına, bizim elimizdeki kozları bilerek oturuyorlardı. Bir diplomatın dediği gibi bunun, briç masasında karşısındakinin elindeki kartları bilerek oynamaktan farkı yoktu. (K. Jeffrey-A. Sharp, “Lord Curzon and the use of secret intelligence at the Lausanne Conference”, The Turkish Yearbook, 1993.)

Bu ahlaksızca oyunun farkında olmayan Türk tarafı, müzakerelere girip çıkıyorlardı ama telgraflaşmaları kendilerinden önce okumuş rakipleriyle aynı masada oturduklarından bihaberdiler. Zamanın Başbakanı Rauf Orbay, yıllar sonra Londra Büyükelçiliği sırasında bu oyunu öğrenince dehşete düşmüştü.

İngiltere, 1. Dünya Savaşı’nın hemen ardından bir Kod ve Şifre Okulu açmış ve mezunların bir kısmını İstanbul’da kurduğu kablosuz dinleme merkezinde istihdam etmiş olması tesadüf değildi.

Curzon ve Rumbold Türk tarafının kafasından nelerin geçtiğini bilerek hareket ediyor ve ortamı germek istediklerinde geriyor, gevşetmek istediklerinde de gevşetiyorlardı. Mesela bir keresinde azınlıklar konusunda Curzon, İsmet Paşa’nın üstüne gidiyor, sıkıştırıyordu. Rumbold onu uyardı:

“İsmet’in ellerinin bu konuda Ankara tarafından bağlanmış olduğunu hissediyorum. Gizli kaynaklardan edindiğim bilgiye göre eğer biz Montagna formülünde ısrar edersek masayı ve konferansı terk edecek. Vatandaşlarımız için bazı garantiler almamız yeterli. Konferans kesilirse bunu kamuoyumuzun anlayışla karşılayıp karşılamayacağından emin değilim.”

Curzon bunun üzerine tutumunu değiştirecektir.

İngilizler ele geçirilen telgraflardan şunu da net olarak anlamışlardı: İsmet, Ankara’dakilere oranla uzlaşmaya daha yatkındı ve ılımlı bir tavır sergiliyordu. Ancak Ankara çok sertti. Ne yapsın İsmet!

Gizli Haberalma Servisi (SIS) de bunu doğruluyordu. Haziran 1923’te Rumbold, Curzon’a şöyle yazıyordu: “Malum gizli kaynaklardan edinilen bilgilere dikkat ederseniz İsmet’in kendi hükümetiyle giderek daha büyük bir müşkilat içine girmekte olduğunu görürsünüz.”

İngilizler Lozan’da bir başarısızlık veya eli boş dönme halinde Meclis’in delegelerden ve hükümetten hesap soracağını bile tespit etmişlerdi. 30 Ocak 1923’te Rumbold şöyle yazıyordu Henderson’a:

“Kötü bir anlaşmayla geri dönerlerse BMM onları düşürecek, hiçbir şey imzalamadan dönecek olurlarsa bu defa boşu boşuna zaman kaybettirdikleri ve para harcadıkları için suçlanacaklar.” Lord Amery ise Curzon’a Türklerin halı satıcılarına benzediğini, tam kapıdan çıkarken müşterinin verdiği fiyata razı oldukları uyarısında bulunuyordu.

Makalenin yazarları Jeffrey ve Sharp, Lozan’ın, 1. Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmaların en uzun ömürlüsü oluşunu, İngiliz gizli haberalma servisinin bir başarısı olarak değerlendiriyor. Onların gayreti sayesindedir ki, İngilizler, Türk tarafının elindeki kozları ve tezleri önceden öğrenmiş ve sonuçta ortaya “gerçekçi” bir antlaşma metni çıkmıştır.

Lozan’ın gizli maddelerini araştıran amatör meraklılar bu ‘gizli’ istihbaratla uğraşsalar daha hayırlı bir iş yapmış olurlar bence.

29 Temmuz 2012, Pazar

8 Comments

  • Enes Bayraktar

    29 Temmuz 2012 at 11:45

    Hocam dün sizi Kanal 24 bu konu hakkinda konusurken izledim.Tamamen size katiliyorum.Ama soru su: Neden Iönü gibi Diblomatigi bilmeyen beceriksiz birini Mustafa Kemal Lozana yollasin?Acaba bunu kendine Hüküm edebilecek bir yer kapmasi icinmi?Bu Müzakereler sirasinda Abdülhamid II Musul ve Kerkükün Sahsi Tapulu Mali oldugunu ve bu yerlerde Yüzlerce Sene yetecek kadar Petrol yataklarinin bulundugunu biliniyordu. Neden Mustafa Kemal bu yerler icin veya Vatani olan Selanigi istemedi?
    Son sorum neden Mustafa Kamalin Ailesi böyle gizleniyor?
    Selamlarimla

    Yanıtla
  • murat

    29 Temmuz 2012 at 23:27

    Yazınız başlığını görünce, Lozan’da imzalanmış bir gizli anlaşma varmış havası vermişsiniz, aklıma bir kaç gün önce Murat Bardakçı’nın “işte, lozanın gizli maddeleri” yazısı size ilham verdi sanırım:) Gelelim yazınıza, tarih olmuş, olayların, gerçekleşmiş eylemlerin yazılı veya sözlü tesbiti olarak biliyorum. Olmamış olasılıkların hesabının görüldüğü bir disiplin olmasa gerek, yani amiyane tabiri ile halamın bıyıkları olsa, amcam olurdu misali, ya İngilizler kabul etmeyseydi? sorunun cevabı bugün aranmaz artık, kaldı ki, İngiliz istihbaratının çalışmaları o günün delegeleri ve hükümeti tarafından bilinen bir gerçektir. Amerikayı yendien keşfi sunmak da anlamsızdır. Dr. Rıza Nur’un Lozan hatıraları kitabını okuyan herkes bilir ki, Lozan hangi şartlarda ve zorluklarla imzalanmıştır. “İstihbaratımız sıfırdı.Halimiz güçtü.Adeta ummanda pusulamız yoktu. İşimiz Allahlıktı” diyor Rıza Nur ( Lozan hatıraları sayfa 36 ist.1991) Yine aynı kitap incelenirse, İngilizlerin istihbarat yapmalarına gerek yokki, maşallah delegasyon içinde, örneğin Dr. Nihat(Reşat Belger) Musul petrolleri imtiyazı için getir ve takdim ettiği adamlar ingiliz istibaratının adamlarıdır. Tabi Nihat burda kendi de imtiyaz ve zenginlik peşinde, anlayacağınız, hem dış hem de iç işbirlikçilerin Mustafa Kemal ve arkadaşlarına ve dahi Türklüğe yapacakları kötülüklerin sonu yok, kişi namussuzsa yapacak bir şey yok, o zaman öyleydi şimdi de öyle ne yazıkki,

    Saygılar

    Yanıtla
    • Rota.Sakarya

      28 Ekim 2012 at 00:59

      Sayın Murat Bey;
      Yukarıdaki yorumunuzda :
      (İngilizlerin istihbarat yapmalarına gerek yok ki, maşallah delegasyon içinde, örneğin Dr. Nihat(Reşat Belger) Musul petrolleri imtiyazı için getir ve takdim ettiği adamlar ingiliz istibaratının adamlarıdır.)DEMİŞSİNİZ DE …

      Sizin bu gün bilebildiğiniz ve ifade ettiğiniz İNGİLİZ İSTİHBARATININ ADAMLARI meselesini;

      “LOZAN HEYETİNİ TEŞKİL EDEN ZAT (!)BİLMİYOR MUYDU ACABA “!!!.???

      YA DA BİLMEMESİNE İMKÂN YOK İSE, BİLE BİLE NEDEN HEYETE DAHİ EDİLDİ.

      NEDEN YABANCI DİLİ OLMAYAN VE SİYASETEN YURT DIŞINA HİÇ ÇIKMAMIŞ OLAN MUSTAFA İSMET’İ ÖZELLİKLE HEYET BAŞKANI YAPTILAR…

      (ATAM.GOV.TR) SAYFASINDA KENDİLERİNİN ANLATTIĞINA GÖRE :(Başbakan Rauf Bey, Fethi Bey, Kazım Karabekir Paşa ve Yusuf Kemal Tengirşek gibi devrin önde gelen isimleri heyet başkanlığı için akla gelen ilk isimlerdir.
      Ancak bu konuda belirleyici kişi konumunda bulunan Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşa’nın ise aklında çok farklı bir isim vardı.)

      Bunun nedenini nasıl açıklıyorsunuz acaba !!!.???

  • Ersin öztürk

    30 Temmuz 2012 at 16:38

    Değerli hocam ülkemizdeki bu tarihsel tabuları yıktığınız için, tarihin gerçeklerini ortaya çıkarttığınız için çok teşekkür ederiz.
    saygılarımla…

    Yanıtla
  • Faruk YILDIZ

    30 Temmuz 2012 at 19:13

    Lozanda yapılan görüşmelerin tarafımıza pek de hayırlı sayılacak neticeler vermediği ortada.Görüşmelerde, Misak-ı Milli sınırları içindeki birçok yerin alınmak bir yana , istenmediği tutanaklar incelendiğinde ortaya çıkıyor.Yunanistan’ın İzmir’den ayrılana kadar Anadoluya vermiş olduğu zararın, savaş tazminatı olarak alınması bile becerilememiş.Hatta İsmet Paşa Yunanistan’ın içinde bulunduğu mali kriz nedeniyle bu tazminatı bağışlamış ! Lozan’ın ele alınacak ve ortaya koyulacak öyle yanları var ki… Bu konuda yapılacak olan çalışmalara gereken önemin verilmesini milletimiz adına temenni ederim.Çalışmalarınızda başarılar.

    Yanıtla
  • Emrah Dinç

    24 Ağustos 2012 at 02:10

    “Eşi benzerine rastlanılmayacak bir siyasi zafer: Lozan”… Ben Lozana baktığımda şu soruyu soruyorum: Siyasi zafer kimin? Lozanın faturasına baktığımız zaman zararlı çıkan hiç bir devlet yok. Hatta hedeflenen amaçlara ulaşmada en çok tavizi yine Misak-i Milli çerçevesinde bizim verdiğimiz görülüyor. Desteğini almak için ABD’ye verilen madenlerimiz üzerine can alıcı imtiyazların hala kazığını yiyorken, günümüz savaş sebebi petrol yatağının elimizde tutulamamayışı gibi hadiselere baktığımda ve diğer devletlerin elde ettikleri ile mukayese ettiğimde “Lozan”ın hangi açıdan eşi benzeri olmayan bir antlaşma olduğunu sorgulamak gerekir diye düşünüyorum. (“Lozanologlar” kısmına kesinlikle katılıyorum.)

    Yanıtla
  • rıza gulnaz

    1 Temmuz 2013 at 10:04

    Ben okul kitaplarında hep zafer diye nitelediler.Ama hiç bir kazancımız yoktu ve zafer diye inanmadım. Araştırdım kitaplarınızı okudum.Lozanın tahmin ettiğim gibi yenilgi olduğunu ve Internete lozanı anma yazılarını düzelttim. ÖRNEK emperyalist devletlere nnasıl diz çöktürdüğümüz ben emperyalist devletlere nasıl diz çöktüğümüz diye düzelttim.SİZE KATILIYORUM.

    Yanıtla

Bir yanıt yazın