Matbaanın mucidi Gutenberg miydi?
Şu matbaanın icadı konusuna bizim kadar takmış başka bir memleket var mıdır? Matbaa, ileri, gelişmiş Avrupa medeniyetinin sembollerinden biri sayılırken, bizim bu icadı 270 yıl gibi oldukça uzun sayılabilecek bir süre sonra kullanmaya başlamış olmamızı, “geri kalmışlığımızın” baş sorumlusu ilan eden değerli fikir mahsullerine adım başı rastlıyoruz.
Türkiye’ye matbaanın geç gelişinin ne din adamları, ne de devlet adamları eliyle engellendiğini; bunun çok daha karmaşık ve toplum yapımızda mündemiç sebeplerinin bulunduğunu; bugün bile Türk halkının okuma–yazma oranındaki düşüklüğün zaten matbaanın neden ülkemize geç geldiğini yeterince açıkladığını yazmıştım bir seferinde. Bugün ise matbaanın mucidi hakkında bazı ilginç ayrıntılara eğileceğim. Bilgide küreselleşmenin başlatıcısı kabul edilen Johann Gutenberg, aydınlattığı yüzyılların aksine, hayatı ve buluşu hakkında pek de berrak bilgilere sahip olmadığımız biridir.
Almanya’nın Mainz Başpiskoposluk bölgesinde yaşayan bir ailede dünyaya geldiği bilinen Gutenberg’in hayatının sadece bazı sahneleri hakkında bilgimiz vardır. Asıl mesleği, kuyumculuk veya mücevher–tıraşlıktır. Sonraları gittiği Strazburg’da bir basımevine ortak olmuştur.
Gutenberg, basımevinde çalışmaya başladığı zaman basım işlerinin yavaş ilerleyen ve aşırı emek isteyen bir iş olduğunu gördü. O zamanki baskı tekniğine göre, her yeni sayfa için yeni kalıp oluşturmak gerekiyordu. Ağaç kalıplara oyulan bu sayfaların işi bitince atılıyor, bu defa yeni sayfa için yeni bir kalıp hazırlamaya geçiliyordu. Gutenberg, ilk defa olarak alfabenin her harfi için ayrı metal kalıplar hazırlamanın yollarını araştırmaya başladı.
Ne var ki, üstesinden gelinmesi gereken bazı engeller de yok değildi. Mesela, düşük ısılarda eriyebilecek bir alaşım bulmak gerekliydi, ta ki harf kalıplarına kolayca dökülebilsin. Ayrıca, mürekkep de o şekilde olmalıydı ki, metalden kâğıda kolayca basılabilsin. Kâğıt üzerine bu izleri geçirebilmek için hangi gücü kullanmalıydı? Gutenberg’in aklına, üzüm ezmekte kullanılan bir presi matbaacılığa uyarlama fikri geldi.
Fakat bunları gerçekleştirecek sermayeden yoksundu ve bu buluşuna yatırım yapacak birisini bulması gerekiyordu. Mainz’a geri dönen Gutenberg, 1448’de, kuyumcu ve avukat Johann Fust’u buldu. Onu ikna etmek için önce bu problemleri halletmeyi başardı. Fakat daha ilk kitaplarını basar basmaz Gutenberg ile Fust’un arasının açıldığını görüyoruz. Fust, mahkeme açtığı davayı kazanmış, Gutenberg’in yaptığı ve kendisinin paralarını ödediği alet edevata el koymuş ve önce kendisi, ardından da damadı ile birlikte matbaayı işletmeye devam etmiştir. Şimdi burada işler çatallaşıyor. Matbaayı gerçekte kuran kişi kim? Gutenberg mi; yoksa Fust mu?
Fust diyenler, ‘Sermayedarın bu işe aklı yatmasaydı Gutenberg büyük buluşunu nasıl gerçekleştirebilirdi?’ sorusunu soruyorlar haklı olarak. Gutenberg cephesi ise Fust’u paragöz olmakla suçluyor ve adını Goethe’nin ünlü eserinin kötü kahramanı olan Faust’a çevirerek söylüyorlar. İşin aslına bakılırsa, sonraki matbaacılık serüvenleri açısından bakıldığında Fust’un daha başarılı olduğu ortada. Damadı ile birlikte bastığı “Mezmurlar” (1457), basımcının ve yayımcının, basım tarihi ve yerinin yazılı olduğu ilk kitap olarak sunulmuştur piyasaya.
Üstelik Gutenberg, Fust’un sağladığı imkânlarla bastığı Latince İncil’den sonra bir daha doğru dürüst kitap çıkartamamış, İstanbul’un fethinin ardından bastığı ve Avrupa’yı Osmanlı tehlikesine karşı uyaran “Türk Takvimi” (1454), bazı Endülijans mektupları (hani şu Hıristiyanlara cennette tapu satan belgeler) ve bazı dilbilgisi kitapları dışında pek fazla bir varlık gösterememiş, zaten hayatının son yıllarında görme melekesini kaybederek sefalete düşmüş ve son yıllarında bir başpiskoposun himmetiyle karnını doyurabilmiştir.
Gutenberg efsanesi de yeniden sorgulanmayı bekliyor.
28.05.2002