Memleketimden Nazım manzaraları
Geçtiğimiz 3 Haziran günü, Nazım Hikmet’in ölümünün 37. yıldönümüydü. Bu yıl eskisinden daha “görkemli” bir kutlama düzenlenmiş gazetelerden öğrendiğimize göre. Türkiye’den Moskova’ya giden bir grup gazeteci ve yazar Nazım Hikmet’in mezarının başında toplanmış, Bursa hapishanesinin bahçesinde diktiği çınarın altından ve dahi ülkenin çeşitli bölgelerinden aldıkları toprak numunelerini mezarına dökmüşler. Sonra da vasiyetini 37 yıllık bir gecikmeyle yerine getirip mezarının başucuna bir çınar fidanı dikmişler.
Dahası, bu acar grup Nazım’ın kemiklerinin Türkiye’ye getirilmesi için mezarın başında bir imza kampanyası düzenlemiş. Fakat Nazım’ın hayatta olan son karısı Vera, bunun için henüz erken olduğunu söylemiş! Tabii hazirun meyus ve mükedder olmuş; öyle anlaşılıyor.
Şu Nazım Hikmet meselesi bir açıklığa kavuşmalı artık. Neden tutuklandı? Kim tutuklattı? Kim affetti onu? Niçin Sovyetler’e kaçtı ve neden dönmedi?
Nazım Hikmet’i sadece Nazım Hikmet olarak düşünmeyin. Bir beyzade ve paşazadedir. Umur görmüş bir ailenin çocuğudur. Dahası, İstiklal Harbi’nin önde gelen paşalarından Ali Fuad Cebesoy’un yeğenidir. Yani dayısı general olan bir komünisttir. Devletin üst kademeleriyle senli benli olabilmektedir bu yüzden de. (Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer ile yaptığı görüşmeleri daha önce yazmıştım.)
Orhan Kemal anlatıyor: Bursa hapishanesine gelir Nazım. Orhan Kemal ile aynı odada kalırlar. (Bu odanın koğuş olmadığı, bir tür ayrıcalıklı oda olduğu anlaşılıyor.) Orhan Kemal’in Nazım’a pişirdiği ilk yemek sucuklu yumurtadır. Hapishane ortamı bu, tek bir kaptan yenilecektir yemek. Fakat o da ne? Bizim “Mavi Gözlü Dev” itiraz eder aynı kaptan yemeye. Ayrı bir tabak ister ve yemeğini diğer mahkumlardan ayrı yer.
Onun çok abartılan hapishanelerde süründüğü masalı ise gerçekten de incelenmeğe değer bir konudur. Elbette bir insanın, hele hele bir şairin hangi şartlarda olursa olsun hapiste yatması, özgürlüğünün elinden alınmış olması yeterince bir azaptır. Lakin çevresinin abarttığı kadar da kötü değildir Nazım’ın durumu.
Bir kere, diğer mahkumlardan ayrı bir odada kalmaktadır. Siyatiklerini tedavi ettirmek bahanesiyle Çankırı’dan Bursa hapishanesine getirilmesi ise ayrı bir konudur ve bu konuda dayısının torpilinin devreye girdiği anlaşılıyor. Aynı davadan kendisi de 15 yıla mahkum olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı anlatıyor:
“Hepimiz 15’er yıl ağır cezalara çarpıldık. Çankırı cezaevinde, mahalli polisçe resmen ve altı Nazım Hikmet imzalı mühürlü makbuz karşılığı Nazım’a 30 lira “aylık” teselli yardımı getirildi. Bu utanç vericiliğe karşı ben isyan ettim. “Dayı Paşa”sı (General, eski Moskova Büyükelçisi Ali Fuad Cebesoy), Nazım’ı, İstanbul’a yakın, zenginlerin kaplıcalar kenti olan Bursa’ya naklettirdi. Ben önce Amasya, sonra Kırşehir cezavine sürüldüm.” Bursa’da hapislik yılları da bir tuhaftır. Ara sıra kaplıcalara gitmektedir. Nazım hapisteyken Tosca Operası’nın librettosunu çeviriyor, ünlü aktrist Semiha Berksoy da Ankara’da oynuyor. Birbirlerine aşık oluyorlar. Semiha Berksoy Almanya’dan Bursa’ya geliyor, hapishanede sözümona “sürünen” Nazım, Selvinaz Otel’de ona bir oda ayırtıyor. Kendisi de “tedavi” maksadıyla bu kaplıcaya gidiyor. O gün iki jandarma refakatinde otele geliyor Nazım ve Semiha Berksoy ile odasında buluşuyor, konuşuyor, birlikte oluyorlar. (Bunları Semiha Berksoy, gazeteci Füsun Özbilgen’e 1985’te anlatıyor. Yalçın Küçük, Aydın Üzerine Tezler’in 5. cildinde ondan naklediyor.)
Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın anlattığına göre hapishaneden bir ara 6 ay hava değişimi alır her ikisi de. Yani özgürdürler. Dr. Hikmet, Hatay yoluyla Halep’e, oradan da Şam ve Beyrut’a kaçar; ama sonuçta yakalanır. Nazım Hikmet ise süre bitiminde hapse döner.
Gördünüz mü zindanda yatan Nazım’ın çektiklerini?
Yazacaklarımın çok azını dile getirebildiğimi biliyorum. Ama son bir nokta olarak tutuklanmasına giden büyük olayları bizzat Nazım’ın tetiklediğini söylemem gerekiyor. Önce yakın dostlarından Şevket Süreyya Aydemir’in patlattığı bu bomba, Nazım tüccarları tarafından nedense ört bas edilmeye çalışılıyor.
Nazım Hikmet, 1937’de Ömer Deniz adlı Harbiyeli bir öğrenci ile İstanbul’da İpek Sineması’nda buluşur, konuşurlar. Konuşma sırasında Nazım bu üniformalı Harbiyeli gençten huylanmış, eve gider gitmez İstanbul Emniyet Müdürlüğü Komünist Masası şefine onu ihbar etmiştir. Evet, açıkça ihbar! İş askeriyeyi ilgilendirdiğinden Emniyet Harbiye’ye haber verir bu olayı araştırmaları için, haber Harbiye kanalıylan Fevzi Çakmak’a kadar ulaşır ve sonuçta Nazım gözaltına alınır. Dava sonunda pek çok suçsuz kişi de tutuklanır, hüküm giyer.
Bunları anlatan Kerim Korcan, “Nazım, Ömer’i ihbar etmeseydi, belki gene de bir Harp Okulu davası olacaktı, ama bu sefer kesinlikle Nazım bu olayın içinde olmayacaktı.” demektedir Harbiye Kazanı’nda. Kendi kendini ihbar eden Nazım, yıllar sonra bu davranışından pişmanlık duyduğunu (tıpkı Mehmet Emin ve Abdülhak Hamid aleyhine başlattığı “Putları Yıkıyoruz” kampanyasından pişmanlık duyması gibi) itiraf edecektir. Tek Parti döneminin içeri tıktığı Nazım’ı, işe bakın ki, Demokrat Parti af kanunu çıkartarak hürriyetine kavuşturacaktır!