• Home
  • Genel
  • Yılmaz Özdil’den Atatürk’ün kız kardeşine hakaretler!

Yılmaz Özdil’den Atatürk’ün kız kardeşine hakaretler!

Neredesiniz ey Atatürkçü taife? Bakın size iş çıktı.

Atatürk istismarcısı Yılmaz Özdil 2,500 TLye sattığı M. Kemal adlı kitabında ve onun aynısı olan 35 TLlik ucuz versiyonunda tam 10 (on) sayfa boyunca M. Kemal’in kızkardeşi ve yegane varisi olan Makbule Hanım’a dil uzatıyor, hakaret ediyor, hatta açık açık onu abisinin itibarını ve mallarını istismar ve suistimal etmekle suçluyor. Bunu ben veya bizim cenahtan birisi yazmış olsaydı şimdiye kadar çoktan linç kampanyaları düzenlenmişti. Ama Kemalistler ‘canım bu kadar pahalı olmayaydı iyiydi’ modunda mızıldanmalarla yetiniyor.

Latife Hanım’ın daha önce Türkiye’de iki kere yayımlanmış bir mektubunu Mayıs 2017 tarihli Derin Tarih dergisinde yayımladım diye ortalığı velveleye veren Kemalistler buraya iyi bakın: 
Yılmaz Özdil kitabında, M. Kemal’in kızkardeşine alenen hakaret ediyor, abisinin tespihini ve elbiselerini satmakla suçluyor, vasiyetnameyle millete bıraktığını bildiğimiz “Atatürk evleri”ni gasp edip ilgili belediyelere parayla sattığını ve cüzdanını doldurduğunu yazıyor. (Söylemediği Beyşehir Gölü’deki Can Adası’nın tapusunun da Makbule Hanım üzerine çıkarıldığını ve onun da bedeli mukabili belediyeye satıldığını ekleyeyim.)

Sahi sonuçta bir belge olan Latife Hanım’ın mektubunun neşrine isyan edenlerin bu ‘dil uzatmalara’ neden sesleri çıkmıyor dersiniz? Yoksa daha o üniteye gelmediniz mi? Yoksa manevi evladı Bülent Hanım’a mı takıldınız?.. Anlıyorum. Daha cazip bir konu olduğu kesin…
Neyse, ayılın metafizik uykunuzdan artık ve bakın Özdil bu eşi menendi bulunmaz kitabında Atatürk’ün kızkardeşi Makbule Hanım’a hangi dehşetengiz suçlamaları yöneltmiş:

1) “Çok yakın oldukları söylenemezdi” dediği Makbule Hanım, M. Kemal’in karşı çıkmasına rağmen Lütfü Efendi diye biriyle nikâhlanmış, abisiyle aralarındaki “duygusal bağı koparan hadise” de buymuş (abiden izinsiz evlenmek ne büyük suçmuş; peki kadının özgürlüğünü ve haklarını savunmak adına tam da buracıkta iki çift laf neden etmez sivri dilli yazarımız?). Samsun’a çıktıktan sonra tam da hakkında idam fermanı verildiğinde kızkardeşi tasvip etmediği bu “amel-i manda” ile evlenmiş M. Kemal’in deyişiyle. Özdil’e göre “amel-i manda” demek “işe yaramaz” demekmiş. (Yanlış: Kelimenin aslı ‘amelmande’dir ve ‘iş yapamaz’ manasında olup yaşlılık veya maluliyet sebebiyle askerlikten emekli edilene denilir.) Gariptir, kayınbiraderi M. Kemal, İstanbul’da sefalet içinde süründüğünü haber aldığı bu ‘işe yaramaz’ enişte için Cemal Paşa’ya Sofya’dan mektupla yardımcı olması için bir istirhamda bulunmuş. Zaten eniştesiyle araları Özdil’in okurunu inandırmak istediği kadar kötü olamaz; zira Lütfü Efendi Çanakkale cephesinde kayınbiraderini ziyaret etmiş, dahası iç güveysi olarak Şişli’deki şimdi müze olan evlerine bile yerleşmiş!

2) Alaycı bir dille abisinin kendisine “Makbuş” diye hitap ettiğini söyleyen Özdil, Makbule Hanım’ın 1935 senesinde Mecdi Boysan adlı bir fabrikatörle yaptığı evliliğin “menfaat odaklı” olduğu ithamında bulunuyor. Lakin bir evlilik pekala menfaat odaklı da olabilir, bu gayet meşru bir evlenme sebebidir. Suçlanacak ne var burada?

3) M. Kemal’in kızkardeşine ısrarla “Hanım” deme lutfunda bulunmadan sanki kendi kızıymış gibi “Makbule” demeyi tercih eden Özdil onun “ağabeyinin forsunu kullanmayı sevdiğini”, ağabeyi henüz hayattayken Dolmabahçe Sarayı’na yerleştiğini, hatta Alibeyköy’de bir çiftlik satın aldığını yazıyor. Hangi parayla aldığını ise yazmıyor. Lakin abisinin bu işlere bozulduğunu, çiftlik almasından hiç mi hiç hoşlanmadığını da aynı 2500 TL’lik kitaptan okuyoruz.

4) Öte yandan Makbule Hanım Selanik’te M. Kemal’in doğduğu söylenen ‘pembe badanalı ev’in (Andrew Mango’nun Atatürk adlı biyografisinden evi Ali Rıza Efendi’nin M. Kemal doğduktan sonra yaptırdığını biliyoruz) bir odasının kendisine tahsis edilmesi talebinde bulunmuş; bunun üzerine M. Kemal’in kızarak kendisiyle “Paraya mı ihtiyacın var Makbuş?” diye alay ettiğini Özdil’den okuyoruz. Kaynak ne mi? Siz de hoşsunuz yani. Kitapta ne kaynak var ne de kaynakça! Ayrıca bu talebin parasızlıkla ne alakası var? “Makbuş” öz babasının evindeki odasını kiraya mı verecekti yoksa? Verse de ne lazım gelir? Yoksa bu evi de birazdan göreceğimiz üzere diğerleri gibi satılığa çakaracağından mı korkulmuştu? Beki de öyledir…

5) Şimdi meselenin bamteline dokunuyoruz: Meğer Özdil’e göre Makbule Hanım abisine milletin hediye ettiği 10 kadar eve varisi sıfatıyla el koymuş (yazarın ifadesiyle “üstüne geçirmiş”) ve müteakip senelerde evler belediyeler tarafından kamulaştırılarak kendisinden teker teker satın alınmış, yani Atatürk’ün kızkardeşi milletin malını yine millete satmış! Hatta parasını da “çantasına koymuş”, amiyane tabirle cebine atmış. Doğrusu, yenilir yutulur cinsten suçlamalar değil bunlar… Hadi Kemalist koro, harekete geçsenize…

6) Meğer Makbule Hanım abisi öldükten sonra Atatürk’ün vasiyetnamesi konusunda da “maraza” çıkarmış, “bu abimin elyazısı değil”, hem “bana başkalarının yanında Makbule diye değil Hemşire diye hitap ederdi” diyerek itirazlarda bulunmuş, vasiyetnameyi imzalamak istememiş, kabul etmemiş vs. Epeyce “pazarlık” etttikten sonra milletin ağabeyine hediye ettiği evlerin tapusu üstüne geçirilince “gönlü olmuş”, ancak bu pahalı sus payıyla “susmuş” veya susturulmuş… Aynen bunları yazıyor… 
Lakin bitmedi…

7) Ağabeyinin vefatının üzerinden 9 yıl geçince Makbule Hanım’ın yine bir “para krizi” çıkardığını görüyoruz. CHP’ye yazdığı mektupta kendisine ödenen 1000 lira ile geçinemediğini (bunun yaklaşık 150 lirası vergiye gidiyordu), “şöför ve hizmetçi masraflarını karşılayamadığını” şikayet yollu anlatıyor ve “Atatürk’ün kardeşi olarak müreffeh yaşaması gerektiğini” ileri sürerek ödeneğin artırılmasını istiyormuş. Talebi karşılanmayınca “Makbule” öfkelenmiş, yeni bir mektup yazmış. Bu defa Cumhurbaşkanına, TBMM başkanlığına ve Demokrat Parti’ye de gönderdiği mektupta “ağabeyimin vatana hizmetleri dikkate alınarak, bana vatana hizmet tertibinden aylık bağlanmasını istiyorum” demiş. Onun bu tavrı TBMM kürsüsünden alay konusu olmuş. Kimileri Atatürk’ün evlerinin parasını ne çabuk bitirdi? diye sormuş, kimileri vatanı için canını feda edenlerin ailelerine sadece 60 lira ödenirken Makbule Boysan’a neden 1000 lira verelim? demiş. Abisinin değerli eşyalarını, elbiselerini, tespihini, altın sigara tabakasını vs. sattığı da söylenmiş. Ve maalesef hepsi de doğruymuş…

8) Ağabeyi vasiyetnamesinde aylık maaştan başka Çankaya Köşkü’nün yakınında Çamlı Köşk’ü öbür boyu oturması için kızkardeşine bırakmış. Fakat Makbule Hanım İstanbul’da oturduğu için boş duran köşkü kiraya vermek istemiş. “Abuk sabuk birilerine vermesin diye” İnönü tarafından kendisinden 20 bin liraya CHP adına satın alınmış. Yani milletin malını yine devlete satmış.

9) Mevcut maaşına ilaveten 1000 lira daha maaş bağlanan Makbule Hanım bununla da yetinmemiş, kendisine ödenen paradan vergi kesilmesin diye diretmiş ama nasılsa bunu kabul ettirememiş.

10) Abisine hediye edilen ve kendisine miras kalan evlerle ilgili Hazine aleyhine davalar açmış, ömrünün sonuna kadar mahkemelerle uğraşmış.

Özetlersek Makbule Hanım’ın “parayla alakalı bitmek tükenmek bilmeyen talepleri üzerinden Atatürk’ün ruhu rencide edilmiş.

Yukarıda 10 maddede özetlemeye çalıştığımız Yılmaz Özdil’in “Makbule Hanım dosyası”ndan,
1) Ağabeyinden izinsiz evlendiği,

2) İkinci evliliğini menfaat odaklı yaptığı,

3) Abisinin forsunu kullanarak Dolmabahçe Sarayı’na yerleştiği ve Alibeyköy’de çiftlik satın aldığı,

4) Selanik’teki Atatürk Evi’nden oda istediği,

5) Ağabeyine hediye edilen evlere onun ölümünden sonra varisi sıfatıyla çöktüğü,

6) Vasiyetnameyi evlerin kendisine verilmesi şartıyla imzaladığı,

7) 1947’de “Şöför ve hizmetçi masraflarını karşılayamadığı” gerekçesiyle kendisine ilave maaş ödenmesini istediği,

8) Çamlı Köşkü kiraya vermek istemesi üzerine İsmet İnönü’nün 20 bin lira karşılığında onu susturduğu,

9) Kendisine ödenen paradan vergi kesilmesin diye müracaat ettiği,

10) Ömür boyu Hazine aleyhine davalar açtığı gibi ilginç bilgiler öğreniyoruz (kaynak göstermese de). Bu iddialara karşı Atatürkçü olduğunu söyleyen kesimlerden çıt çıkmaması ve bu ağır iddiaların görmezden gelinmesi şaşırtıcıdır. Zira aynı iddiaları bizim cenahtan birileri dile getirmiş olsaydı tahmin edeceğiniz gibi linç kampanyalarının biri biter, öbürü başlardı.

Türkiye’de gerçek bizatihi değerli değildir. Kimin söylediğine göre değerli veya değersiz addolunur. Yılmaz Özdil, M. Kemal’in kızkardeşine veryansın eder, ses çıkarmazlar ama Latife Hanım’ın hiçbir hakaret unsuru taşımayan bir mektubunu dürüst yayıncılık ilkesi gereği yayınlamak lince gerekçe yapılır.

Bu ülkede de hakikatlere bir gün sabah olacak mı dersiniz?

Bir yanıt yazın