Osmanlı’nın Afrika oyunu
Başbakan Erdoğan’ın güney Afrika ziyareti sırasında Osmanlı yeniden gündeme geldi. Gazetelere göre Bakan Tüzmen, Hartum’da bazı paşalarımızın mezarlarını görünce heyecanlanmış ve bir Osmanlı Müzesi kurulmasını istemiş Sudanlı yetkililerden. Müze kurulur mu bilinmez ama tarih müzemde bölgeyle ilgili ilginç bir sayfa açılıyor önüme.
İtalya, emperyalist paylaşımda geriden gelen ve bakir topraklar bulmak umuduyla en yakınına bakan Avrupalı güçlerden. Kızıldeniz�e bakar ve Eritre�yi gözüne kestirir. Biraz daha güneye bakar ve Somali iştahını kabartır. Nihayet kuzey Afrika kıyılarına gözü takılınca, Trablusgarb ve Bingazi�nin, yani bugünkü Libya�nın en kolay koparılacak parça olduğunu fark eder. Fransa�nın Fas�la meşguliyetini fırsat bilen İtalya, bu yağlı lokmayı kapmak için harekete geçmiştir. Yıllardan kaç mıdır? 1901 veya bilemediniz 1902.
Yıldız Sarayı�ndaki adamın eli de armut toplamıyordur sonuçta. Onun da hafiyeleri, Avrupa�da dolaşan havadis rüzgârlarını Yıldız�ın telgrafhanesine bildiriyorlardı. Sultan II. Abdülhamid, Afrika�daki son Osmanlı topraklarının da elden çıkmaması için neler yapabileceğini düşünmektedir. Bir müttefik lazımdır bu işte kendisine. İngiltere�nin niyeti zaten bozuktur. Fransa�nın Fas�tan sonra Libya�ya döneceği bellidir. Rusya�yı bu işe bulaştırmanın kurda kuzu teslim etmekten farkı yoktur. Öyleyse ne yapılmalıydı?
Çözümü, dışarıdan değil, içeriden bulacaktır Abdülhamid: Bingazi�nin güneyinde ve Büyük Sahra�nın ortasındaki yemyeşil Kufra vahasında yaşayan Sunusiler harekete geçirilip örgütlenebilirse, Trablusgarb elimizde kalabilirdi. Bunun için bir sondaj yapılmalıydı. Nitekim Arapça, Fransızca ve Almancayı iyi bilen Azmzade Sadık Müeyyed Paşa�yı Sunusilere gönderdiğini görüyoruz.
Paşa, Sunusileri devlete yeniden bağladı ve sadakat yemini ettirmeden geri dönmedi. İşte Afrika�nın bu köşesinde Sunusilerin Osmanlı�ya 1919�a kadar sadık kalmaları ve İtalyan işgal kuvvetlerine kök söktürmeleri, Sultan�ın bu önden giden adımı sayesinde mümkün olmuştu.
O yıllarda Afrika�da bağımsızlığını muhafaza eden birkaç devletten birisi de Habeşistan�dı. Kral Menelik, kendisini Hz. Süleyman�ın torunu ilan etmişti. Habeşlerin beşte ikisi Müslüman, geri kalanı Hıristiyandı. Ten renkleri siyah olmasına rağmen Afrika ırklarından olmayan Habeşliler, Araplar ve Yahudiler gibi Sami ırkındandı, dilleri de İbranice ve Arapçaya akrabaydı.
Abdülhamid, Habeşistan�ın bu özelliklerini inceden inceye düşündü. Onlardan İtalya�ya karşı nasıl yararlanabilirdi? Sonunda Kral�a bir askerî heyet göndermeye karar verdi. Üç kişilik heyetin başında yine Sadık Müeyyed Paşa�yı görmekteyiz. Paşa, yanına birçok değerli hediye alarak başkent Adisababa�nın yolunu tuttu.
Görünüşe bakılırsa diplomatik bir ziyaretti bu. Ama asıl amacı gizli tutulmuştu. Önce Cibuti�ye çıkıldı, oradan başkente geçildi. Heyet parlak törenlerle karşılandı. Sadık Müeyyed Paşa, Kral�a, Abdülhamid�in, �Sen ki Hz. Süleyman�ın torunu ve Habeş Müslümanlarının hâmîsisin…� diye başlayan mektubunu takdim etti. Ardından değerli hediyeler çıktı meydane. Osmanlı nişanları, altın, gümüş ve elmas kabzalı kılıçlar, kamalar vs. Ayrıca Padişah�ın Kral�a müşir, yani mareşal rütbesi tevcih etmesi, müthiş bir etki yapmıştı. Habeş kabilelerinin reisleri dahi utulmamış, Sultan onlara da birçok değerli hediye göndererek kalplerini fethetmeyi başarmıştı.
Yeme içme fasılları bittikten sonra sıra asıl mühim işe gelmişti, yani gizli mesajın açıklanmasına. Mesajda, İtalya�nın Habeşistan�ı işgal etmek için gizli gizli hazırlık yaptığı bildiriliyordu. Saldırının semtini bile söylemiş, Eritre ve Somali üzerinden yapılacağı duyurulmuştu Kral�a. Gerçi 7-8 yıl önce böyle bir işgal teşebbüsünde Habeşliler gereken dersi vermişlerdi İtalya�ya; bu olayın hatıraları henüz tazeydi. Padişahın gizli mesajı, yaraya tuz basmış, İtalyan aleyhtarlığı yeniden hortlamıştı Habeşliler arasında.
Tabii sadece hediyeyle olmazdı; silah almaları için nakit para da gönderilmişti. Yardım hedefine ulaşmıştı. Silahlanan ve güçlenen Habeşlileri kimse tutamazdı artık. İtalyanlar bu Habeşlileri kimin uyandırdığını merak ededursun, Abdülhamid�in ördüğü örümcek ağına ağır ağır takılıyorlardı. Trablusgarb ve Bingazi�deki İtalyan askerler, derhal hareketliliğin görüldüğü Habeşistan sınırına kaydırıldı. Gerçi İtalya ile Habeşistan arasında bir çatışma çıkmadı ama Abdülhamid�in oyunu tutmuştu. Çünkü İtalyanların Libya ve Bingazi�ye sevk edecekleri askerlerden kurtulmuş, böylece derin bir nefes almıştı.
Ancak İttihatçılar, Trablusgarb ve Bingazi sahillerine Hamidiye Karakolları kuran ve silah depoları yaptıran Abdülhamid�in ince politikasının tersine, silahları merkeze aldırmış ve direniş güçlerini zayıflatmışlardı. Bunu öğrenen İtalyanların Trablusgarb ve Bingazi çıkarması hedefine ulaşmıştı. Ancak Sunusiler sayesinde, iç bölgelerde 1919�a kadar bu vatan toprağını savunmaya devam edebilmiştik. Libya�da direniş, Şehzade Osman Fuad Efendi başta olmak üzere bir avuç Osmanlı subayı eliyle, Mondros Mütarekesi imzalanmasına rağmen, devam etmişti.
Abdülhamid�in siyasî dehası, stratej tarafı, imparatorluğun gelecekteki kaçınılmaz büyük kapışmada nasıl planlı bir şekilde savunulacağının da ipuçlarını ortaya koyuyordu. Merkezi ordu her yere yetişemezdi kuşkusuz; ama yerel güçlerle yapılacak işbirliği, direnişi daha uzun ömürlü kılabilirdi. Nitekim onun gayrimüslim unsurların giderek koptuğu bir imparatorlukta İslamî unsurları öne çıkarma ve Türk, Arap, Kürt, Arnavut ve Çerkeslerden yeni ve daha küçük bir imparatorluk kurma planındaki ısrarını anlayabiliyoruz. Libya, onun gözünde Afrika�daki kontrol üssü olacaktı. Aynı şekilde Arnavutluk, Balkanlardaki Osmanlı üssü olarak konumlandırılıyordu. Kuşkusuz bunlar büyük hesaplardı ama her hesabın da bir ömrü vardır. Libya, Abdülhamid�in tahttan indirilmesinin üzerinden 3 yıl bile geçmeden elden çıktı. 6 yıl sonra ise ne Arnavutluk kalacaktı, ne de Arap toprakları.