Osmanlı’ya dair yayınlar
Size tanıtmak istediğim kitaplar masamın üzerinde önce küçük bir tepe, ardından da dağa dönüşmek yolunda büyük bir gayret içinde. Zaman zaman bilgisayarımın hudutlarını zorluyor, yavaş yavaş üstüne tırmanmaya başlıyorlar. Raflara yerleştirmeye de gönlüm elvermiyor açıkçası; çünkü sağolsunlar yayınevleri, yazarlar yeni çıkan kitaplarını gönderiyorlar, benim de elim boş durmuyor tabii ki, sürekli eski yeni kitap alıyorum. Bu durumda arada bir yapılacak tanıtım yeterli olmuyor. En iyisi, dedim kendi kendime ayda bir günü sadece kitap tanıtımına tahsis edeyim. O zaman hem kitapları gönlümce tanıtırım, hem de diğer günler köşemin üzerindeki kitap baskısını biraz hafifletmiş olurum. Bu hafta başlayalım ve Osmanlı ile başlayalım. Uğurdur!
Hicaz Demiryolu
Albaraka Türk, Osmanlı Devleti’nin 700. kuruluş yıl dönümü anısına önemli bir kitap yayımladı: Hicaz Demiryolu. II. Abdülhamid tarafından tamamen yerli sermaye ve yardımlarla gerçekleştirilen bu projenin yürüyeceğine o zamanlar aramızın çok iyi olduğu Almanya’nın İstanbul Büyükelçisi Marshall von Bieberstein bile inanmamış, bu düşüncesini memleketinin Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği bir raporla bildirmişti. İngiliz araştırmacı R. Tourrett ise Hicaz Demiryolu’nun “dünyada belki de borçsuz, faiz ödemesi olmayan ve tamamlandığında kara geçmiş tek demiryolu” olduğunu söylemişti. İngilizce ve Türkçe metin, kitabın cüz’i bir kısmını teşkil ediyor. Eserin asıl çarpıcılığı ise görsel zenginliğinde. İnşa çalışmalarından açılışına demiryolunun güzergahındaki yerleşimler, nefis fotoğraflar ve orijinal eski fotoğraflarla birlikte sunuluyor. İstanbul’u Mekke’ye bağlayan bu demiryolunun Yemen’e kadar götürülmesi projelendirilmiş; ancak tamamlanamamıştır. Bu, devrine göre -bugün bile öyle ya- olağanüstü projeyi gerçekleştirenlere hayranlığımızı artıran Hicaz Demiryolu kitabının kendisi de ayrı bir hayranlık objesi aslında. Bu değerli eseri edinmek isteyenler (0212) 292 27 12 No’lu telefona başvurabilirler.
Osmanlının “Sol Kol”u
Kitaplarından bu sütunlarda sık sık söz ettiğim Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Osmanlı yılında birbiri ardına önemli kitaplar çıkarmaya devam ediyor. Yurt dışında daha çok tanınan Elizabeth Zachariadou’nun editörlüğünde çıkan Sol Kol: Osmanlı Döneminde Via Egnatia (1389-1699) adlı kitap da bunlardan birisi. Via Egnatia, Roma İmparatorluğu’nun Adriyatik kıyılarını İstanbul ve Çanakkale boğazlarına bağlamak amacıyla inşa ettirdiği yol şebekesinin adı. Haberleşme dışında askeri ve ticari amaçlı bir yol olarak uzun yüzyıllar kullanılan bu yol, Bizans’ın son döneminde çeşitli derebeylerinin eline geçmiş ve güvenlik sağlanamaz olmuş, dolayısıyla körelmişti. Halbuki Anadolu’yu Balkanlar’a ve Adriyatik’e bağlayan en hayati damarlardan birisi bu yol üzerinde atıyordu. Nitekim Osmanlılar daha I. Murad zamanında, 1380’lerde Adriyatik’e kadar çıkarak bu yolu ele geçirmişler ve gelecekte kuracakları imparatorluğun Avrupa, yani Sol Kol’unu diriltmişlerdi. Hem de ne diriltme! Yol boyunca peş peşe yaptırılan menzilhaneler, hanlar, tekke ve zaviyeler, Göriçe gibi kasabalar, vakıflar, imaretler ile şenlendirilen bu yol, önemini 17. yüzyılın sonlarına kadar korumuştur. Birkaç hafta önce Osmanlı fetihlerinin “mantık”ından söz etmiştim yine bu köşede ve Anadolu’daki Tebriz-Bursa kervan yolunun Osmanlılarca nasıl bilinçli bir strateji ile ele geçirildiğini ve buradan Bursa’nın doğduğunu açıklamıştım. Via Egnatia, yani Sol Kol da Selanik gibi şehirlerin serpilip gelişmesine katkıda bulunmuştur. Kitapta İlber Ortaylı ve Feridun Emecen gibi yerli tarihçiler yanında 15 civarında yurt dışındaki Osmanlı araştırmacısının katkıları yer alıyor. Osmanlı’nın karanlıkta kalmış bir yüzünü daha aydınlatıyor Sol Kol’daki yazılar.
Türkiye İran olmayacak!
Çok isteyip de tanıtma fırsatını yakalayamadığım kitaplardan birisi de Taha Akyol’un Osmanlı’da ve İran’da Mezhep ve Devlet’iydi. Aslında meslekten tarihçi olmamasına rağmen tarihin karmaşık dokusu içinden ilginç bağlantılar yakalayan Akyol, Osmanlı’da dini örgütlenmenin, yani ulema sınıfının devlete bağımlı kılınmasının, İran’da ise devletten bağımsız kalabilmesinin iki kültür ve toplumun, giderek devletin din karşısındaki konumlarını derinlemesine belirlediğini ve Osmanlı’da devletin, İran’da ise Şii mezhebinin değişmez eksenler olarak bugüne kadar geldiğini ilginç örnekler ve analizlerle ortaya koymayı başarıyor. Kitabı bitirdikten sonra bugünlerde sokakları çınlatan “Türkiye İran olmayacak!” sloganlarını atanların aslında, teokratik din devleti zannettikleri Osmanlı’nın İran’a karşı yürütmüş olduğu politikanın izinden nasıl da tıpış tıpış yürüdükleri gözümün önüne geldi ve tarihin, tarihten koptuğunu zanneden bir topluma nasıl da istihza ile güldüğünü ürpererek hissettim. Kitap, Milliyet Yayınları’ndan çıktı.
Değişik bir Osmanlı özel sayısı
Osmanlı’dan bahsedip de dergilerin çıkarma yarışına girdikleri özel sayılara değinmemek olmaz. Bu dergilerden birisi, Düşünen Siyaset. Ağustos-eylül sayılarını, birleştirerek, “Osmanlı ve İdeolojisi” başlığıyla çıkaran Düşünen Siyaset’in elimizdeki sayısı, Çetin Altan ve Ahmet Akgündüz’le yapılan polemik konuşmalarla açılıyor. Bu iki konuşma, bir yanıyla Osmanlıya yönelik iki kökten farklı tavrı bir arada görmemizi de sağlıyor. Dergide yer alan Turhan Ilgaz’ın yazısı ise gerçekten tadından yenmiyor! Mesela sayın yazar, şu müthiş kehanette bulunma hakkını görebiliyor kendisinde: “Osmanlı Devleti, daha kurulduğu günden başlayarak, yıkılmaya mahkumdu.” Gerçekten tebrikler, zira bunu hiçbirimiz düşünememiştik! Doğru, Osmanlı doğduğu günden başlayarak ölmeye mahkumdu. İyi de bir bebek de doğduğu günden başlayarak ölmeye mahkumdur ve bunu söylemek için hiç de tonlarca kitap tozu yutmaya gerek yoktur! Dergide dikkatimi çeken çalışmalardan birisi de Christopher K. Neumann’ın Ahmed Cevdet Paşa’yla ilgili yazısıydı. Bu köşenin yazarının da “Osmanlı gerilemesi masalından uyanmak!” başlıklı bir yazısıyla katıldığı dergi, bu haliyle gerçekten de “değişik” bir sayı olmuş. Edinmek isteyenler (0312) 418 72 51 No’lu telefona başvurabilirler.