“Peçeli fantaziler”in sonu

“Peçeli fantaziler”in sonu 
Biraz ticari bir kapağın içerisinde -belki de bu ‘erotik’ kapak nedeniyle gerçek okuyucusuna ulaşamayacaktır- hepsi de birbirinden ilginç ve ciddi makaleler karşıma çıkınca doğrusu şaşırmadım desem yalan olur. Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark adlı kitaptan söz ediyorum. (Derleyenler: Fuat Keyman, Mahmut Mutman, Meyda Yeğenoğlu, İletişim 1996.) Özellikle de Meyda Yeğenoğlu’nun “Peçeli Fantaziler” başlıklı özgün makalesinden. Başörtüsü mağdurlarının yürek paralayan feryatlarının asumanı tuttuğu şu sıcak günlerde peçe ile başörtüsü arasında, bu iki sembol veya figür etrafında oluşan kutuplaşmanın bir açıklamasını bu makalede yakaladığımı zannediyorum.

Edward Said’in Oryantalizm adlı kitabı şu birbirini bütünleyen iki tezle ortaya çıkmıştı: Oryantalistlerin gözünde Doğu, hem bir bilgi nesnesi, hem de bir arzu nesnesidir. Bilgi nesnesidir; zira onun hakkında toplayacağı bilgiler bir iktidarın, dünyaya egemen olma ihtirasıyla dolu Batılı öznenin iktidarının işine yarayacaktır. Arzu nesnesidir; çünkü bu bilgi, onun kendisinden başkasına (öteki’ne) egemen olma, onun üzerinden kendini tanımlama, ele geçirme, fethetme arzusunun aracı olmaktadır. Bu iki araçla, bilgi ve arzuyu gerçekleştirmek amacıyla Doğu hakkındaki araştırmalar gerçekleşmiştir Said’e göre. Çoğunlukla da, bilgi vasıtasıyla doyduğu halde oryantalist özne, Doğu’yu arzusuna da ram etmek istemiş; fakat bu arzuya Doğu’nun kendini kolay ele vermeyen suskunluğu, vakarı, onurlu direnişi karşı koymuştur.

Daha somut planda ise kadın imgesi, kadının da peçesi, çarşafı ve başörtüsü bu direnişin sembolleri olmuştur onların gözünde. (“Onların gözünde”nin altını çizişim boşuna değil, birazdan tekrar döneceğiz çünkü ona.)

Yeğenoğlu, Batı’nın bu ikili iktidar aygıtına Doğulu direnişin en somut sembolünü “peçe”de (veil) bulur. Çünkü peçe, Batılılar’ın Doğu’nun içine girme, “fetih ve nüfuz etme fantazilerinin etrafında döndüğü bir ekran” işlevini görmektedir. Hem bu, kadının içine nüfuz etmesine engel olan “bez”e öfkelenmektedir.

Oryantalist özne, hem de, ilginçtir, merakını uyandırmaktadır. Kadının sırlarını peçeyle gizlemesi onun “keşf”ini engellemektedir çünkü. Peçeli kadın onu reddetmekte, hatta onu kaale bile almaz görünmektedir. Bir arzu nesnesi halinde fantazilerini süsleyen Doğulu kadın, kendisini açmadan Batılı erkeği bir kamera gibi izlemekte, o ise bu alçaltıcı, tek yanlı ve kendisiyle ilgilenmeyen “yabancı” bakışların karşısında ezilmektedir. Frantz Fanon’un diliyle söyleyecek olursak “Bu görülmeden gören kadın, sömürgeciyi kızdırmaktadır. İlişkide karşılıklılık yoktur. Kadın kendini bırakmaz, vermez, sunmaz.”

Peçe takan kadın ile erkek arasındaki roller tersine çevrilmiş gibidir. Burada artık egemen rol erkeğin, beyaz Avrupalı erkeğin değil, peçeli kadının oynamakta olduğu roldür. Erkeğin “bakan ve keşfeden” özne olma özelliği elinden alınmaktadır. Bir yanıyla peçe, keşif arzusunu, erkeğin kendisini yitirdiği masumiyet ve deruniliği bir başkasında elde etme arzusunu kışkırtmaktadır, öbür yanıyla ise erkeğe meydan okunmaktadır; genellikle zannedildiği gibi kadının peçe arkasına saklanması onun ikinci sınıf insan olduğu anlamına gelmiyor; tam tersine, peçe takarak asıl inisiyatifi, görülmeden bakma inisiyatifini ele geçirmektedir kadın. Karşısındakini edilgenleştiren bu bakıştır işte Avrupalı erkeği rahatsız eden.

Peçe çıkarılmadığı sürece Batılı erkek, bu kendini sakınan ve sırlarını kendine saklayan kadın üzerinde egemenlik tesis edemeyecek, o kendinden menkul üstünlüğünü kanıtlayamayacaktır. Batılı erkek, tam da Doğu’yu keşfettiğini sandığı bir sırada vurgun yemiş gibi olur bu bakışlar karşısında; peçenin ördüğü duvar, onun kahraman ve kaşif kimliğini kurmasına ağır bir darbe indirir.

“Peçeyi açmak” tutkusuyla Doğu’ya yönelen Nerval, Canetti, Flaubert, Novalis gibi Batılı edebiyatçılar, peçenin kahredici direnişiyle karşılaşınca, garip bir biçimde Doğu’dan soğurlar. Doğu’nun ‘esrarı’ ve bu esrarın kışkırttığı fanteziler suya düşmüştür çünkü. Bu nedenle Paul Valéry “Doğu sözcüğünün insanın zihninde bir etki uyandırması için.. o diyarlara hiç ayak basmamak” gerektiğini söyleyecektir.

Bir “fark” marjı çıkmaktadır karşılarına; asla kapatılamayacak bu “fark”, her şeyi kendisine ram etmeye ve dönüştürmeye ant içmiş olan oryantalist özne için son derece rahatsız edicidir. Peçe denilen “maske” çıkartılmalı ve Doğulu kadın, direnmeden, arzu nesnesi olmaya razı Batılı kadın gibi teslim alınmalıdır.

Bizim yaşadığımız “başörtüsünü açtırma” saplantısının altında da, başörtülülerin onlarla aralarına diktikleri bu “radikal fark” engelini aşma nevrozu yaşanıyor bana kalırsa. Başörtülü bir genç kızın, başörtüsünü takmak suretiyle oryantalist bakışı  temessül etmiş resmi mercilerle aralarına aşılmaz bir fark koyması, onların bakışıyla arzu nesnesi değil, özne olmayı seçmesinden gelmektedir. Her şeyi özdeşleştirme ve kendisi dışındakileri, farklı olanı reddetme ve kendine benzetme hırsındaki bu toptancı bakışın  karşısına başörtülülerin farklı olduklarına dair bir bilinçle çıkmalarıdır onlara asıl rahatsızlık verici olan.

İktibas 

BATI’NIN PEÇE DERDİ  

Peçe, kendi aracılığıyla Doğu’nun kavranıp anlaşıldığı bir figür, Doğu kimliğinin kurucu bir ögesi haline gelir. Doğu’nun kimliği elden kayıp giden bir muamma, Batı rasyonalitesi aracılığıyla aydınlatılması gereken bir sır gibi nitelenir. Batılı özne, Doğu’nun gizli gerçeğini onu figüratif bir biçimde temsil ederek aydınlatmaya çalışır. Böylece peçe, Doğu’nun perdesi, aldatıcı biçimi ve maskesi gibi gösterilir; ama bu durum aynı zamanda ister istemez Batı’nın Doğu’yla bir derdi olduğunu da gösterir.

Meyda Yeğenoğlu, “Peçeli Fantaziler: Oryantalist söylemde kültürel ve cinsel fark.”

Bir yanıt yazın