Sahte Doğu’nun maskesini sıyıran kitaplar
Bugün dünya ölçeğinde anlaşıldığı biçimiyle ‘Doğu’, oryantalizmin mamulüdür; farkına varsak da, varmasak da bizi de kendimizin yeni bir kavramlaştırmasına, oryantalizmin Doğu’yu anlama tarzına zorlayan yayılma sürecini de hesaba katmak durumundayız bu noktada.
Oryantalizmin çarpıttığı Doğu imajı, sonuçta kendisini anlamaya yönelikti; ancak tam da aynı nedenle çarpıtılmış imaj sahibinden intikamını alacaktı: Batı, kendi kendisini anlama fırsatını “Midas’ın dokunuşu” türünden bir travmayla kaybetti.
Körfez Savaşı, “modernliğin ürettiği can çekişen rüya”nın, yani Batı tasavvurunda 16. yüzyıldan itibaren hatları koyulaşarak oluşmuş ve hatta kültürün dokusunda kemikleşmiş bulunan “Hayalî Doğu”nun turnusol kağıdı olmamış mıydı? Bir Doğulu ülke, ekranların simülatif uyuşturuculuğu karşısında ve kendinden geçmiş milyonların gözleri önünde “temiz”, “cerrahi” ve “hijyenik” operasyonla, yani kitlesel bir yıkım izlenimi verilmeden ezilerek, bombalanarak endüstri öncesi çağa geri gönderildiğinde bazılarımız “Birkaç bomba da biz atsak ne olur?” dememiş miydi? Bununla modernliğin üst yapı göstergeleri olan bilim, teknik, mantık, ölçü ve yasa Batı’ya; cehalet, aptallık, yıkım, ölüm ve gerilik Doğu’ya ait kılınmış oluyor, Batı tasavvurundaki Doğu imgesini son damlasına kadar içmeye razı oluyorduk. “Bizim talihsizliğimiz” diyordu Cemil Meriç, “Kartaca’nın tarihini Roma’dan dinlemektir.” Roma’dan, yani galiplerden. Bir başka deyişle geçmişi kendimizin değil oryantalizmin gözünden görmektir.
“Doğu bizim kafamızda” diyor Thierry Hentsch Hayali Doğu: Batı’nın Akdenizli Doğu’ya Politik Bakışı (Çeviren: Aysel Bora, İstanbul 1996, Metis) adlı olağanüstü nâfizlikte kültür tarihi incelemesinde. Ve ekliyor: “Bizim kafalarımızın dışında Doğu yok. Hatta Batı’nın kendisi de yok. Batı, karşıt terimiyle aynı nedenlerle içimizde var olan bir düşünce, ama biz onu tanımlamaya hiç gerek duymayız. O bizim kendimizdir.” Hentsch’in tarih boyunca bir Doğu-Batı karşıtlığının hep varmış gibi kurgulanmasının ideolojik tarihini eleştirel bir gözle yeniden yazdığı kitabı, bir bakıma Batı’nın kendisi hakkındaki çarpıtılmış imgeyi başka kültürlere yayma ve yansıtma çabasının öyküsü olarak da okunabilir.
Hentsch kitabının önsözünde, kendisine çok şey borçlu olduğu iki kitabın adını zikrediyor ki bunlar dilimize de çevrilmiş bulunuyor: Birincisi, Marxist-oryantalist Maxime Rodinson’un Batıyı Büyüleyen İslâm’ı, Cemil Meriç tarafından tercüme edilmişti (İstanbul 1983, Pınar). Diğeri de Hişam Cuayyit’in Avrupa ve İslâm’ı. Hişam Cuayyit, Batı’da “Hichem Djait” adıyla tanınıyor. Ortaçağ’dan, hatta Büyük İskender zamanından günümüze Batı gözünde Doğu imgesinin nasıl teşekkül ettiğini adım adım ele alan Cuayyit’in kitabı Türkçe’ye İz Yayıncılık tarafından kazandırıldı. (Çeviren: Kemal Kahraman vd., İstanbul 1995). Tasvirî bir inceleme yöntemiyle alanın tümü hakkında derli toplu fikir veren Cuayyit Batı da dahil, bütün kültürlerin modernliğe karşı ortak bir dayanışma içerisine girmeleri gerektiği kanaatindedir.
Hem Hentsch’in, hem de Cuayyit’in tematiğine dikkate değer bir katkı, Avrupa’nın Doğu İmajı adıyla dilimize çevrilen kitabıyla Rana Kabbani’den gelmektedir. (Çeviren: Serpil Tuncer, İstanbul 1993, Bağlam Yayınları). Kabbani, özellikle Avrupa edebiyatındaki gezi yazılarında ortaya çıkan “Hayalî Doğu”nun satır aralarına gizlenmiş örneklerini ortaya çıkartıp sunuyor bize. Gerard de Nerval’den Elias Canetti’ye (*) kadar birçok Avrupalı seyyahın Doğu’yu sahte ve gizemli bir tül altına gizlerken satır aralarından tüten kin, gayz, nefret ve aşağılamanın ipuçlarını veriyor. Ve bu “hayâl”in yıkılmasından Thesiger gibi gezginlerin nasıl bir üzüntü duyduklarını… Afrika’nın sanayileşme ve göçlerle değişmesine kafalarındaki egzotik büyünün bozulmaması için karşı çıkanların kaygılarını başarılı bir ironiyle yansıtan Kabbani, gezi yazılarından ve oryantalist literatürden elde edilen muazzam Doğu bilgisinin, sömürgeciliğin son derece işine yaradığını söylerken hiç şüphesiz Cemil Meriç ve Edward Said’le birliktedir.
Hentsch, Cuayyit ve Kabbani’nin çalışmaları, Doğu’nun yeniden ve sahih bir şekilde anlaşılması için Batı’nın ‘sözde-evrensel’ gözlüklerini değiştirmek gerektiğine dair eleştirel ve zengin muhtevalı ipuçlarını önümüze uzatan rehber kitaplar. Bunları Norman Daniel’in İslam and the West’i (İslâm ve Batı) ile Edward Said’in Culture and Imperialism’inin (Kültür ve Emperyalizm) izlemesi hiç şüphesiz kültür dünyamız için gerçek bir kazanç olacaktır.
________________
(*) Elias Canetti, Marakeş’te Sesler, Çeviren Kamuran Şipal, İstanbul 1990. Kabbani’nin sözünü ettiği bir diğer seyyah olan A. William Kinglake’in eseri, Doğu Hasreti (Çeviren: Ahmet Edip Uysal, Ankara, 1982) adıyla dilimize çevrilmiştir.
07 Ekim 1997, Salı