Seyyid Hüseyin Nasr ile Konya’da üç gün
Karlı, buzlu bir İstanbul akşamı. İnsan Yayınları’nın sahibi İlhan Akıncı’nın davetiyle dostlar mütevazı bir mekânda bir araya toplandık: E. Nazif Gürdoğan, Ahmet Kot, Numan Kurtulmuş, Akif Emre, Mahmut Erol Kılıç ve hepsi de birbirinden değerli genç arkadaşlar… Yemek, ünlü bir konuk onuruna veriliyordu: Seyyid Hüseyin Nasr.
Türk okuyucusu Nasr’ı her biri göz nuru dökülerek yazılmış on beş kadar kitabıyla tanıyor. Eski Tahran Üniversitesi Rektörü, halen George Washington Üniversitesi Öğretim Üyesi. Batı’da İslâm bilim tarihi, felsefesi, sanatı konusunda yaşayan en önemli “Müslüman” otoritelerden birisi Nasr. René Guénon, Frithjof Schuon ve Martin Lings’den sonra (Lings halen hayatta) Doğu ve İslâm’ın özünde mündemiç olan irfânî hakikati modern Batı zihniyeti karşısında bir alternatif söyleme dönüştürerek savunan Gelenekselci Mekteb’in (Traditionalist School) mensuplarından. Her biri bir ömür araştırmayı gerektirecek kadar yıpratıcı gayretlerin mahsulü olan İslâm Kozmoloji Öğretilerine Giriş, İslâm ve İlim, İslâm Sanatı ve Maneviyâtı, Bilgi ve Kutsal, İslâm ve Modern İnsanın Çıkmazı, İslâm: İdealler ve Gerçekler, İnsan ve Tabiat gibi eserlerin yazarı olan Nasr 1933 Tahran doğumlu.
Yemekte, kitaplarındaki ağırkanlı, tok cümlelerin sahibi mağrur birisiyle değil, zarif, hoşsohbet, enerjik, herkese bir şeyler soran, esprilerle ortalığı şenlendiren, dikkatleri müthiş keskinlikte hakiki bir “dost” ile karşılaşınca doğrusu şaşırmadım desem yalan olur. Tanıştığımız andan başlayarak (gerçi bir kitabını çevirmiş olmaklığım hasebiyle gıyâben fakiri tanıyordu kendisi) en son Konya’da Alaaddin Camii’nin kapısında sürpriz bir şekilde (tam da kendisini yolculayamadığıma yandığım bir anda) karşımda belirişine kadar geçen 3 günlük muhabbetimiz doyumsuz hatıralarla yoğunlaştı.
Konya’ya ayak basar basmaz ilk söylediği, Mevlânâ’yı görmek istediği oldu. Onun huzurunda uzun süre râbıta hali üzre, boynu bükük duruşu hafızamdan hiç silinmeyecek herhalde.
Konya’ya hep beraber gittik. 19-21 Aralık 1997 tarihlerinde Konya Ticaret Odası’nda düzenlenen II. Uluslararası “Eğitimde Kalite” Kongresi’nde 20 Aralık tarihinde sunduğu “Geleneğin eğitim felsefesine etkisi” başlıklı tebliğinde Türkiyeli dinleyicilerle daha sıcak bir temas kurmak maksadıyla düşüncelerini Mevlânâ’dan beyitlerle bezemişti. Tebliğin müzakerecilerinden Prof. Dr. Mahmut Kaya, katılmadığım ve katılmadığımı kendisine de ifade ettiğim bazı mülahazalarla Nasr’ı ve Mevlânâ’yı “İslâmî olmamakla” eleştirdi. Mevlânâ’nın şiirlerinin arkasındaki fikirlerin “İslâmî olmadığını” söylemesi, tersinden okunduğunda vahim sonuçlara götürebilecek kadar ağır kaçtı, bana göre. Nasr’ın bu eleştiriye cevabından, alındığı belli oluyordu. Benim de katılmadığım, hatta bazı yazılarımda eleştirdiğim görüşleri var Nasr’ın. Ancak bunları ilmî ve fikrî platformun dışında bir iman-küfür karşıtlığı şekline vardırmak ne kadar doğru olur?
Bir akşam geleneksel Konya mutfağını yaşatan bir lokantada Nasr, her yemeğin özelliğini ayrı ayrı sordu ve İran yemek kültürüyle bağlar kurdu aralarında. Bu arada anlattığı bir anekdot ülkemizdeki kültür çarpılmasının hangi boyutlara vardığını pek güzel özetliyordu. 1960’larda RCD toplantıları için Ankara’ya gelen İran heyetinde Nasr da bulunuyormuş. İran Maarif Bakanlığı temsilcisi olarak bulunan Nasr, Türk delegasyonuna “maarif”in Türkçedeki karşılığını sormuş. Cevap gerçekten çarpıcıdır: Kültür. Bu ironik çarpıklık, hepimizi kahkahaya boğarken Horatius’un sözleri aklımdan hiç çıkmadı: “Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikâyen!”
Türkiye’deki aydınların dinamizminden, dinleyicilerin kendisine gösterdikleri teveccühten, kitaplarının birbiri ardından çevrilip okunmasından son derece hoşnut olduğu belliydi. Bir de vatan hasreti olmasa! 3 gün boyunca her Tahran kelimesi geçtiğinde gözlerinin buğulandığını hissettim. ‘Bir daha görebilir miyim bilmem?’ diyordu sevgili şehrini. İran’daki gelişmelerin olumlu olduğuna dikkat çekiyor, ancak akşamdan sabaha değişmenin de mümkün olmadığını bildiğini söylüyordu.
Nasr, Türkiye’den ümitli ayrıldı her şeye rağmen. Konuşmasından çıkışında iki genç kızın kendisine yaklaşıp, “Allah kaleminize kuvvet ve size uzun ömürler versin” şeklinde dua etmeleri sanırım Konya çelebiliğinin bir izdüşümüydü günümüze.
Velhasıl, bir Seyyid Hüseyin Nasr geçti Konya’dan.
26 Aralık 1997, Cuma