Siyasette cinsel çatlak

Siyasette cinsel çatlak
Bir süredir kadın ve siyaset, feminizm, eşitlik, kadın kotası gibi konularda yazıp çiziyorum ya, adımın “anti-feminist”e çıkmasına ramak kaldı. Nitekim Milliyet’in eki GazetePazar’da da Begüm Soydemir, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle görüşlerime yer verirken, yazılarımı “anti-feminist söylemlerle dolu” diye nitelemiş. Doğrusu kendi kendime, ne diye bu yazıları yazdığımı sormuyor da değilim. Öyle ya, paşa paşa şehir, tarih, felsefe ve nostalji yazıları yazmak varken, ne diye feministlerle kapışmayı tercih ettim? “Kadın” üzerine yazmak suretiyle köşemi neden mayınlı tarlaya sürdüm? Herkesin, “Yahu bu feministler seni yiyecek!” (ne demekse) uyarılarına muhatap olmayı neden göze aldım?

Kadın ve feminizm, öteden beri yazmak istediğim konular olmuştur. Ancak “Nasıl olsa başkaları bu işe el atar” diyerek her seferinde kenara çekilmişimdir. Lakin son 6 aydır Meclis’e daha fazla kadın milletvekili sokmak ve biz erkek milletini tarihi utancından kurtarmak (!) üzere gaza basan KA-DER’in (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) kamuoyunda estirdiği fırtına karşısında köşe yazarlarının neredeyse tamamı koroya katıldılar. Çoğunlukla sloganları aşarak konu üzerinde düşünmek zahmetine katlanmayan köşe yazarlarımızın “Meclis’te kadınlar daha fazla olsa esasen fevkalade olur!” yollu yazılarında bir fikir cevherini boş yere aradım. Sonunda yine köyün delisi rolünü oynamaya karar verdim.

Öncelikle meselemin kadınların Meclis’e az veya çok girmeleri olmadığını belirteyim. Sabah’tan Sayın Zeynep Göğüş’e telefonda söylediğim gibi tam tersi bir durum geçerli olsaydı, yani kadınlar Meclis’te ezici çoğunluğu oluşturuyor olsalardı ve erkekler de kota için ayaklansalardı onlara da söyleyeceklerim kesinlikle aynı olurdu: Kota, en başta onu talep eden kesim için bir aşağılama içerir, bir. İkincisi, insanların yarışma duygularını köreltir ve kalite çıtasının düşürülmesini gerektirir. Dahası, bu siyasi talep gerçek bir toplumsal dinamiğe oturmuyorsa akim kalmaya mahkumdur. Yani toplumsal bir tabanın zorlamasından çok devlet emriyle iktidarın nimetlerine konmak isteyen bir şebekenin, bizim örneğimizde iddia olunduğu gibi “bütün kadınlar”ın değil, “beyaz feministler”in çıkar stratejisi olarak kalır.

Bir başka nokta, öne sürenlerin taleplerinin nereye varacağından habersiz yola çıkmış olmaları. Aslında cins ayrımı üzerinden güdülecek bir siyaset bir tür bölücülüktür. Fransız Anayasa Mahkemesi’nin 1982’de reddetmiş olmasından da anlaşılacağı gibi modern ulus devletin temel niteliklerinden birisi olan üniter yapının değiştirilmesini muciptir. Kökten yeni bir anayasal devlet yapılanmasını gerektirecek bu taleplerin Türkiye Cumhuriyeti’nin tesis etmek için zorlu uğraşlar verdiği eşit hak ve yükümlülüklere dayalı evrensel yurttaşlık prensibini ihlal edeceğini görmek için kahin olmaya gerek yok. Kadınlara bir kere böyle bir ayrıcalık tanınınca, ardından başka özel muamele talepleri gelecek ve üniter ve eşit yurttaşlardan oluşan ulusa veda etmek gerekecektir.

Dünyada İskandinav ülkeleri başta olmak üzere (refah seviyelerinden anlaşılıyor ki bu aslında sosyo-ekonomik bir sorundur) kotalarla Meclis’e kadın parlamenter taşıyan ülkeler oldu. Komünizmle yönetilirken Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği meclislerinde kadın oranı yüzde 30’ların üzerindeydi; çünkü yasa gereği kota uygulaması vardı. Devlet mecliste şu kadar kadın olacak diyor ve o kadar kadın meclise giriyordu! Bu durumda Sovyetler’in her iki parlamentosu da, bizim “erkek cumhuriyet”inden şaşılacak kadar daha demokratikti (!) Fakat 1990’dan sonra ne oldu biliyor musunuz? Kota kalkınca bu oran yüzde 5’e düşüverdi. Duma’daki düşüş daha istikrarlı: 1993’te yüzde 13,5, 1995’te yüzde 9,8.

Sonuç olarak toplumumuzun bünyesinden ihtiyaç olarak fışkırmazsa, çalışan kadın oranımız yüzde 16’lardan yüzde 80’lere çıkmazsa, köylü ve kentli nüfusumuz başa baş bir seyir izlemeye devam ederse devlet desteğiyle yapılan her iş gibi kadınlara kota uygulaması da akamete uğramaya mahkum olacaktır.

Bir yanıt yazın