• Home
  • Genel
  • Son mihenk taşlarımızdan: Sezai Karakoç

Son mihenk taşlarımızdan: Sezai Karakoç

Mihenk, gümüş ve altın alaşımlarının kalitesini test etmekte kullanılan düz, sert, ince pütürlü, siyah veya koyu renkli bir taş olarak tarif edilir. Altın veya gümüş alaşımları mihenk taşının üzerine sürüldüğünde bıraktığı izden has olup olmadığı anlaşılırmış. Bir milletin kültür hayatında yetiştirdiği has şahsiyetler de aslını sahtelerinden ayırt etmeğe yarayan birer mihenk taşıdır.

Rabbim uzun ve sağlıklı ömür versin Sezai Karakoç da has şahsiyetlerimizdendir. İstanbul Üniversitesi gibi bir kurumun geçtiğimiz günlerde İbrahim Kalın’ın da katıldığı bir programda kendisini hatırlayıp Fahri Doktor unvanı tevcih etmesi bir kadirşinaslık olmuş, milletimizin değerlerine yeniden sahip çıkılmakta olduğu noktasındaki ümitlerimizi ziyadeleştirmiştir. Düşünün ki, aynı İstanbul Üniversitesi kapısının üzerindeki şaheser Sultan Abdülaziz tuğrasının üzerindeki mermeri kaldırmaya 80 yıl boyunca cesaret edememişti. Gelinen nokta için “yetmez ama evet” demek boynumuzun borcudur. Bu milletin hakiki değerlerinden daha nicesi aynı şekilde sahip çıkılmayı beklemektedir.

Sezai Karakoç elbette her türlü ödül ve takdirin üstünde bir şahsiyettir. Burada galiba Victor Hugo için söylenmiş olan bir cümleyi kendisine uyarlamakta mahzur olmayacaktır: Sezai Karakoç’un en büyük eseri kendisidir! Elbette gönül tahtımızda onyıllarca oturacak eserler vermiştir ama bu eserleri veren şahsiyet, eserleri kadar, hatta onlardan daha kudretli bir eserdir.

Bir şehrayini çok andıran şiir serüveni, Sütunlar’da tebellür eden nevi şahsına münhasır köşe yazarlığı, alegorik hikâye ve piyesleri, Diriliş dergileri ve gazetesi ile rahimane bir edayla sürdüğü kıraç topraklar ve o topraklardan çıkan bitkiler mesabesindeki Yitik Cennet’ten Çağ ve İlham’lara uzanan fikir yazıları, hatta eserlerine cömertçe serpiştirdiği “diriliş felsefesi”…

Tabii ki Necip Fazıl ve yılmadan çıkardığı Büyük Doğu dergisi doğurgan bir toprak sunmuştur genç yeteneklere. Öte yandan Üstadın şiirleri yalnız iyi şiir değil, lirizmi yanında fikir dokusunu da ilmik ilmek ören edebiyatımızın yüz aklarındandır. Düşünen ve düşündüren şiirdir.

Bir “ideolocya”sı vardır ve şiiri de o ideolocyanın bir cüzü olarak ait olduğu yere yerleştirmeyi bilir. İdeolocya Örgüsü adlı baş eserim dediği kitap kat’i bir dünya görüşünün çerçevesini çizmekle kalmaz, onu bir devlet ve hayata tatbiki hususunda en hurda teferruata varıncaya kadar örgüleştirir. İslamî dünya görüşünden sonra çıkmazlara sapa sapa bitap düşmüş fikir hayatımıza, her meseleye ait olduğu dar odaktan değil, bir dünya görüşü prizmasından geçirerek bakma zenginliğini getirir.

Aynı yoldan ilerleyen Sezai Karakoç merkeze Diriliş kavramını bütün şümulüyle oturtarak işe başlar. Arkasından edebiyatta diriliş, sanatta diriliş, felsefede diriliş, medeniyette diriliş, ekonomide diriliş… gelecektir. Bu dirilişte temel taşlar 19. yüzyıl sonlarında çökmeye yüz tutmuş, büyük ölçüde emperyalizmin pençesine düşmüş, bizimki gibi fiilen düşmemiş olanlarda ise aydınların ihanetine maruz kalmış ve uyuşturulmuş İslam dünyasını uyandırma, bilinçlendirme faaliyetiyle döşenecektir.

Bir yanda İslam kültürünün geçmiş büyüklerinin irfan sofralarına oturmak suretiyle İbn Arabi ve Mevlana gibilerin kuşatıcı vizyonlarını özümseme (temessül) gayreti, öbür tarafta Batı düşüncesiyle kıyasıya bir hesaplaşma ve faydalı bulduklarını alma stratejisi, Allah’ın diriltici soluğunun insanı asla yalnız başına bırakmayacağı şuurunun, nicedir silinmek istenildiği bu ak saçlı topraklarda derinleştirilmesi Sezai Karakoç düşüncesinin adımlarından birkaçıdır.

Ve müjde verir şair. İnsanın olduğu yerde ümit de vardır. Çünkü insan yalnız bu dünyaya hapsedilmiş değildir. Unutmuş gibi görünse de kalbindeki metafizik ürperme yoluyla ilahi bir planla daima bağlantı halindedir. Diriliş ümidini daima diri tutmalıyızdır bunun için.

Şiir, hikâye, tiyatro, yazı… Hatta 1990 yılında kurduğu Diriliş Partisi.  Hepsi o büyük dirilişin etap etap hâdimleridir.

Hatırladığım Sezai Karakoç

Sezai Karakoç’un kitaplarıyla 1970’lerin sonunda Bursa’daki lise öğrenciliğim sırasında tanıştım. İslamın Dirilişi, Ruhun Dirilişi, Gündönümü ilk okuduğum kitapları oldu. Arkasından hala üzerimdeki etkisini devam ettiren Yitik Cennet ve diğerleri. Tabii o zamanlar basılmadığı için el altından fotokopi yoluyla çoğaltılan ve gençler arasında kendisine mahsus bir “underground” yayın olarak meşhur olan Mona Roza adlı muhteşem aşk şiiri.

1981 sonu veya 1982 başı olmalı. Cağaloğlu’nda o zamanlar bünyesinde yayıncıların cirit attığı Üretmen Han’ın 5. katında ufak bir yazıhane ve önünde bekleşen birkaç heyecanlı talebe. Kapıyı çalmakta yaşanan tereddüt. Nihayet bir cesaret geliyor ve “tık tık”… Kapıyı açıyorum. Cepheyi kaplayan pencerenin önünde kalın çerçeveli iri gözlerle karşılaşıyorum. Kapıya yan oturmuş, sola bakıyor. Selam veriyorum, hafifçe selamımı alıyor. (Yanımda sınıf arkadaşım Mahmut Camcı da olmalı.) Sandalyelere çöküyoruz. Nasılsınız, filan derken kim olduğumuzu ifşaya geliyor sıra. Soyadım zihnine takılmış olmalı. “Nihat Armağan’ın yeğeniyim” deyince yüzüne o baharlardan taşan gülümseme yayılıyor, “Bizim Nihat mı?” (Bu kucaklayıcı soruyu bir de Nuri Pakdil’den duymuştum.) Düğüm çözülüyor ve ortam sımsıcak.

2005 yılında rahmetli olan amcam Nihat Armağan başka bir yazının konusu olsun ama şu kadarını söyleyeyim ki, dizi filmi de yapılan Yedi Güzel Adam’ın sekizincisidir ve hepsiyle yakın arkadaştır. Hele ki liseyi beraber okudukları M. Akif İnan’la. (Artık her biri birer klasik haline gelmiş esprilerini –Allah sıhhat ve afiyet versin- Rasim Özdenören bugün dahi tarifsiz bir keyifle anlatır. Nuri Pakdil de amcam için “Bizim Nasreddin Hocamızdı” demişti.)

İlgi alanlarıma kadar bilgi aldığı o ilk günkü tadı hala damağımda kalmış sohbetten istemeden ayrılırken “Nihat’a selam söyle, bir gün çiğköfte yapıp gelsin buraya” demişti Sezai Karakoç.

Sonra defalarca gidip geldim öğrencilik yıllarımda yanına. Beyazıt meydanına bakan Yıldız Kıraathanesi’nde gece yarılarına kadar süren sohbetler ve burada kendisini şair zanneden Vanlı bir gence verdiği şiir dersi hala hatırımdadır. O sohbeti kesemediğimiz için yurda geç kalmıştık. Kapanan kapıları binbir zahmetle açtırabildiğimi hatırlıyorum.

Ne günlermiş ki hayali cihan değiyor.

Son söz: Allah ondan razı olsun, bu milletin damarlarına İslamın diriltici nefesinin yeniden üflenmesinde hissedar olduğu için…         

Bir yanıt yazın