Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl, Avrupa’da zulüm görmekte olan Yahudi halkı için Filistin’den bir toprak parçası koparmak amacıyla yıllarca eşiğini aşındırmıştır Yıldız Sarayı’nın.
Önce sarayın danışmanlarından Kont Nevlinski aracılığıyla teklifini iletmeyi başarmıştı Sultan’a. Avrupalı zengin Yahudiler 20 milyon sterlin olarak tahmin ettikleri Osmanlı’nın dış borcunu ödeyecekler, buna karşılık göç etmelerine izin verilecek ve Filistin topraklarından kendilerine bir yurtluk yer verilecekti.
Bizzat Herzl’in hatıralarına göre Sultan II. Abdülhamid şu zehir zemberek sözleri bir tokat gibi çarpmıştı Ne:
“Ben bir karış dahi toprak satamam, zira o bana değil, halkıma aittir. Onlar bu İmparatorluğu kurup kanlarıyla mahsuldar kıldılar. Onu bizden koparılmadan önce kanımızla bir kere daha sulamayı biliriz. Ancak cesedimiz parçalara ayrılabilir. Vücudumuzun canlı canlı kesilip biçilmesine razı olamam.”
İşin esası şuydu ki, iddia ettiği gibi zengin Yahudiler Herzl’in kapısının arkasına çuvallarla para yığmış değildi; Abdülhamid de hafiyeleri vasıtasıyla bu durumu öğrenmişti zaten. Blöf yapıyordu Herzl; Sultan da bunu biliyor ama Siyonistlerin Avrupa içinde palazlanmalarından ve kendisine yeni bir pazarlık kapısı açmalarından içten içe memnuniyet duyuyordu. Yeni bir enstrüman geçmişti eline.
Bunun için toprak satın alma tekliflerini reddetmişti ama Herzl’in sonraki projelerini dikkate alır görünmüştü. Bu defa Herzl teklifini Osmanlı’yı kalkındırmak ve Düyun-ı Umumiye belasından kurtarmak gibi bugünkü yabancı sermayenin getirilmesine benzer rasyonel bir kılığa büründürmüştü. Avrupalı Yahudi sanayiciler Osmanlı ülkesine yatırım yapacak, ülkeyi, bu arada Filistin’i kalkındıracaklardı. Üstelik borçlarını ödemesine yardımcı olarak Düyun-ı Umumiye’yi feshettireceklerdi. Buna karşılık tek şart olarak, Yahudilerin Filistin topraklarına resmen yerleşmesine izin verilmesini istiyorlardı.
Abdülhamid bir karşı teklif getirdi: Yahudiler, Osmanlı’nın 30 milyon sterlin tutarındaki dış borcunu ödemek üzere bir konsorsiyum (syndicate) kuracaklardı. Buna karşılık olarak, Osmanlı topraklarına yerleşmelerine izin verilecek fakat geldikleri ülkenin vatandaşlığından çıkarak Osmanlı tebaası olacaklardı. Asıl vurucu şartsa sona saklanmıştı: Yahudiler toplu olarak Filistin’e yerleşemeyecek, kitlesel yerleşmelerine izin verilmeyecek, değişik bölgelere dağıtılacaklardı; beş aile şuraya, beş aile oraya.
Herzl’in oyunu bozulmuştu. Onun bütün davası ırkdaşlarını Filistin’e yerleştirme planı üzerine kuruluydu. Bunu asla kabul edemezdi. Teklifimiz padişaha yeterince cazip gelmedi herhalde, diye düşündü. Daha fazla para toplamak için Avrupa’ya geri döndü. Ne ki paralı Yahudiler Sultan’dan Yahudilerin göçüne izin veren resmî bir berat almadıkça kesenin ağzını açmaya yanaşmıyorlardı. Abdülhamid ise ne Filistin’e göçe izin veriyordu, ne de parayı görmeden resmî bir kabule yanaşıyordu. Mesele kilitlenmişti.
Nihayet Herzl 1902 Temmuz’unda ani bir telgrafla çağrıldı İstanbul’a. Bu defa Herzl’e yüz veren yoktu. Bunun üzerine Herzl, Filistin şartından vazgeçti, Mezopotamya’ya (Hayfa dâhil) bir Yahudi göçüne resmen izin verildiği takdirde dostlarının Fransızlarınkinden daha iyi bir teklifte bulunabileceklerini bildirdi saraya. Pazarlık kızışmıştı.
Ne var ki, eskiden kendisine kese kese ümit dağıtan saray bendegânı nedense artık yüz vermez olmuştu. Sözleriyle destekler görünüyor ama eylemleriyle başka yöne baktıklarını gösteriyorlardı. Sonunda Herzl, piyon olarak kullanıldığına acı bir şekilde tanık oldu. Saray, işi Fransızlara vermişti. Herzl ise Fransızlara karşı pazarlığı kızıştırmakta kullanılmış, anlaşma yapıldığı için de artık yüzüne bakan kalmamıştı.
Abdülhamid yine oyununu oynamıştı.
Herzl’in hatıra defterinde Osmanlı sayfası kapanıyor, İngiltere sayfası açılıyordu. Çantasını toplarken not defterine şunları yazacaktı: “Türkler gün gelecek, dilenci durumuna düşecek ve dizlerime kapanıp yalvaracaklar.”