TBMM’nin açılışı sırasında törenler ve dualar yapıldığı sık sık vurgulanır. Hatta bazı ulemadan zatların Meclis’in önünde yaptığı dualara katılanların fotoğrafları okullarımıza kadar girebilmiş nadir ‘irticaî’ görüntülerdendir.Gerçekten de 23 Nisan 1920 günü neler yaşanmıştır?
İstanbul’daki Meclis-i Mebusan 1920’nin Ocak’ında açılmış ve Misak-ı Milli metnini kabul etmiş, Şubat’ta metin açıklanmış, Mart’ta da İngiliz askerleri Meclis’i basarak elebaşıları yakalayıp Malta’ya sürmüşlerdi. Meclis de bu şartlarda çalışamayacağını söyleyip faaliyetini tatil edecek, bundan sonra hedef Ankara olacaktı.
Aslında Ankara’daki Meclis’in İstanbul’dakinin devamı olduğunu ispata gerek de yok ama bizzat Mustafa Kemal Paşa ve Ankara mebuslarının mazbatasında yazılanlar her şeyi olanca çıplaklığıyla ortaya koymaya yeterli. Bugünkü dille şöyle yazmaktadır:
“İslâm hilafetinin merkezi ve Osmanlı saltanatının başkentinin İtilaf devletleri tarafından resmen işgali yasama, yargı ve yürütmeden ibaret olan devletin üç kuvvetini çalışamaz hale getirmiş ve Meclis-i Mebusan’ın bu durum karşısında görevini yapmaya imkân göremediğini (İstanbul’daki) merkezî hükümete tebliğ ile dağılmış bulunmasından dolayı hilafet ve saltanat makamının bağımsızlığının dokunulmazlığını ve Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu temin edecek tedbirleri düşünmek ve uygulamak üzere millet tarafından olağanüstü yetkileri haiz bir Meclis’in Ankara’da toplanmasına acil lüzum hasıl olması üzerine (…) işbu mazbata düzenlendi.”
İstanbul’da devlet çalışamaz hale gelince Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu sağlamak üzere olağanüstü yetkilere sahip bir Meclis’in Ankara’da toplanmasıdır söz konusu olan. Ancak zamanla Meclis’in gayesinde en başından beri var olan “Osmanlı Devleti’nin kurtuluşunu sağlamak” sözü unutulmuş ve sanki 23 Nisan’da sıfırdan bir Meclis açıldığı gibi bir yanılsama yaratılmak istenmiştir.
Osmanlı’nın devamı olduğu belli ama TBMM nasıl bir günde dünyaya gözlerini açmıştı?
Öncelikle 1920’nin büyük umutlar ve hayal kırıklıklarıyla başladığını, Maraş (şubat) ve Urfa’nın (nisan) büyük ölçüde kendi imkânlarıyla kurtuluşlarını başardıklarını, Antep’te çarpışmaların devam ettiğini ama bu arada Düzce, Hendek ve Bolu’dan başlayıp Nallıhan, Beypazarı üzerinden Ankara’ya yaklaşmakta olan isyan dalgalarının sesleri arasında Meclis’in açıldığını hatırlatalım.
Kur’an’ın ve namazın nurları
Şimdi Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis’in açılmasından 2 gün önceki genelgesini bugünkü dile çevirerek okuyalım:
“1. Bimennihil-kerim. 23 Nisan Cuma namazını müteakip BMM açılacaktır.
2. Vatanın istiklali, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtuluşu gibi en mühim ve hayatî görevleri ifa edecek olan Meclis’in açılışını cumaya rastlatmakla o günün mübarekliğinden ve Hacı Bayram Cami-i Şerif’inde cumadan sonra Kur’an’ın ve namazın nurlarından (envâr) istifade edilecektir. Namazdan sonra camide sakal-ı şerif ve sancağ-ı şerifin bulunduğu özel daireye gidilecek ve oraya girilmeden önce bir dua okunarak kurbanlar kesilecektir.
3. Açılış gününün kudsiyetini güçlendirmek için bugünden itibaren il merkezinde valinin tertibiyle hatim ve Buhari-i Şerif tilavetine başlanacak ve hatm-i şerifin son kısımları teberrüken cuma namazından sonra camideki özel daire önünde tamamlanacaktır.
4. Mukaddes ve yaralı vatanımızın her köşesinde aynı şekilde bugünden itibaren Buhari ve hatm-i şerif okunacak ve hutbede hilafet-meabımız Halife Efendimiz hazretlerinin yüce isimleri (Vahdeddin) zikredilerek Padişahın şevketli zatının ve memleketin ve bütün tebaasının bir an önce kurtuluş ve mutluluğa nail olmaları duasına ilaveten cumadan sonra hatim tamamlanarak yüce hilafet ve saltanat makamının ve bütün vatanın kurtuluşu maksadıyla vuku bulan millî mesainin önem ve kutsallığı ve her millet ferdinin seçtiği Meclis’in kendisine vereceği vatanî görevi yapmak zorunda olduğu hakkında vaazlar verilecektir. Daha sonra halife ve padişahımızın, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtuluş ve bağımsızlığı için dua edilecektir. Her tarafta Mevlid-i Şerif okunacaktır. (…)
6. Cenab-ı Hakk’a bize eksiksiz bir başarı nasip etmesi için yalvarıyoruz.”
Görüldüğü gibi halife ve sultanın, tebaası olan milletin ve ülkesi olan vatanın, bu arada Osmanlı Devleti’nin kurtuluşuna adanmış bir kurum olarak açılmaktadır BMM.
Nuh’un gemisi gibi…
Günlerden 23 Nisan 1920. Bir kaynak, o günkü atmosferi şöyle anlatır: “Cuma namazından sonra caminin avlusunda büyük bir kalabalık toplanmıştı. En önde yeşil örtülü bir rahlenin üstüne konulmuş olan Kur’an-ı Kerim’i ve “lıhye-i saadeti” (Efendimiz’in (sas) sakal-ı şerifini) başının üstünde taşıyan biri vardı. Alay tekbir getire getire Meclis’in önünde durdu. Burada dua okunup kurban kesildikten sonra binaya girildi.”
İlk Meclis’te çalışmış olan Mahir İz, mebusların ne üzerine yemin ettiğini şöyle anlatır:
“Makam-ı hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin istihlası (kurtuluşu) ve istiklalinden başka bir gaye takip etmeyeceğime vallahi.”
Gayet açık: 23 Nisan’da açılan Meclis’in üç gayesi vardır: 1) Hilafet ve saltanat makamını, 2) Vatanı, 3) Milleti kurtarmak.
Şimdi de 1950-60 döneminde Meclis Başkanlığı yapan Refik Koraltan’ın anlatımına kulak kesilelim: “Hacı Bayram Camii yolu nasıl? Caddeler, meydanlar, pencereler tekbir sesleriyle inliyor!. ‘Allahuekber, Allahuekber, lâââilâhe illallah ve Allahuekber, Allahuekber velillâââhil-hamd.’ Herkes böyle avazı çıktığı kadar bağırarak tekbir getiriyor. Sarık, şalvar, cübbe, takke, bir acaib. Nuh’un gemisi gibi! Neyse camie girdik. Mustafa Kemal de geldi. Galiba ilk defa mı geliyor, son defa mı geliyor bilmiyorum. Ayaklarının üzerinde tir tir titriyordu. Namaz kıldık. ‘Allah kabul etsin’ deyip haydi gene tekbirlerle Meclis’e. Oraya geldik. Bir bakalım ki oraya da hocalar toplanmışlar: ‘Estağfurullah, estağfurullah, diledim cümle günahlarımıza estağfurullah!…’ diye dua ediyorlar yüksek sesle…” (Nalân Seçkin, İlk Meclis’ten Kalanlar, 1970, s. 117.)
Ve bu Gazi Meclis’in kürsüsünün arkasında bir hat levhası asılıydı. Üzerinde Hattat Hulusi Efendi’nin hattıyla “Ve emruhum şûra beynehum” yazılıydı. Yazı Şûra Sûresi 38. âyetinden alınmıştı ve “Onlar işlerini danışarak yaparlar” anlamına geliyordu. Bu levha en son 1 Eylül 1925’te Meclis’te yapılan 1. Türk Tıp Kongresi’nde görüldü. Sonra kaldırıldı. Neden kaldırıldığını anlatmamıza gerek yok herhalde. 5 yıl önce dualar ve tekbirlerle açılan Meclis artık bir âyetin varlığına tahammül edemiyordu çünkü.
1925’te değişen neydi? diye sormayın lütfen artık. Değişmeyen ne kaldı ki? diye sorun. Daha anlamlı olur.