Mustafa Armağan yeni kitabı Satılık İmparatorluk’ta, “yazılarak unutturulan lider” dediği Atatürk’ün mal varlığından Hitler’le mesajlaşmalarına kadar farklı konuları tozlu arşivlerde kalmış belgeleriyle ele alıyor ve yakın tarihimizi tartışmaya açıyor.
SATILIK İMPARATORLUK, MUSTAFA ARMAĞAN, TİMAŞ YAYINLARI, 296 SAYFA, 16 TL
Cemil Meriç, medeniyet tarihine “bugünü aydınlatan dün” demişti. Maziyle irtibatımız bile isteye kesilince ışıksız kaldık. Medeniyet, tarih demekti. Beslendiğimiz kaynakla irtibatımız kopunca geleceğe dair tasavvurumuz da yaralandı. Neyse ki artık büyü bozuldu: Hafızasından mahrum bırakılan bir toplumun kendi tarihini küllerin arasından bulup çıkarmaya uğraşan tarihçiler, art arda gün ışığına çıkan belgelerle, üstü örtülmüş ortak hafızanın izini sürüyorlar.
Mustafa Armağan son kitabı Satılık İmparatorluk’ta redd-i miras edilen imparatorluğun tezgâha serilen pazar malı muamelesi gören terekesinin acı hikâyesini ortaya koyuyor. Tarihimizin büyük talihsizliklerinden Lozan’ın marifetiyle, haritadan silinen “Osmanlı” ismiyle beraber toplumun kimlik tanımı da değişime uğradı; “Osmanlılık” diye bir mefhum kalmadı. Bir bıçak darbesiyle halifelik, hemen ardından medreseler, sonrasında Şeyhülislamlığın devamı sayılan, en hayati kurumlardan Şer’î ve Evkaf Vekâleti kaldırıldı. Toplumun kendini ait hissettiği kurumlar bir bir sahneden atılınca sıra günlük hayata geldi: Önce kılık kıyafet, sonra Medeni Kanun… Topluma biçilmiş hayat tarzı, aceleci bir terzinin elinden çıkmış, zorla giydiriliyordu.
Varislerin heba ettiği miras
Can alıcı darbe harf inkılâbıyla vuruldu: Omuzlarından yıldızları sökülerek asaleti alaşağı edilen nesiller; dedesinin mezar taşını bile okuyamayacak, sandıktaki mektuplarında ne dediğini anlayamayacak denli fakirleşen bir zihin dünyası ve “öz evlatlarının turist konumuna düştüğü” bir memleket oluşturma projesi tıkır tıkır işledi. Ezanın Türkçeleşmesi, minareden yayılan seslere ve camilere yabancılaşan halkın boş bıraktığı camilerin satılması, yıkılması; ahır, hapishane veya depoya dönüştürülmesi… Trajik liste uzayıp gidiyor. Eldeki belgeler, bir medeniyet kurmuş ihtişamlı bir devletin, Osmanlı’nın maddi/manevi mirasının mirasyedi torunları tarafından nasıl çarçur edildiğinin beyanıdır.
Mustafa Armağan, Çarlık Rus-ya’sında okullarda günlük yazmaya özendirilen halkın defterlerinin, Stalin zamanında başlarına nasıl bela olduğunu anlatıyor. Didik didik aranan evlerden toplanan yazılı kayıtlar suç delili sayılıyor; mesele can yakıcı bir hal alınca korkuyla günlüklerin yakıldığı evlerden çıkan kara dumanlar Petersburg semalarını kaplamış. Hafızasızlığa nasıl mahkûm bırakıldığımızı, tek parti döneminden devralınan sindirilmişlikle paralel duran bu hikâyeden okumak mümkün. Resmî ve ‘kurgusal’ tarihin hakikatten kopuk tarihçilik anlayışının yerini hakikat arayışı alınca arşivlerin yetmediği yerde hatırat ve mektuplar can simidi haline geliyor.
İtinayla tarih kurgulanır
Kitapta Armağan’ın “yazılarak unutturulan lider” dediği Atatürk’ün mal varlığının hangi kalemlerden oluştuğu ve kimlere miras kaldığından kendisi için hangi ismi tercih ettiğine, Hitler’le mesajlaşmalarından Bediüzzaman’la karşılaşmalarına kadar tozlu arşiv raflarında bırakılmış konular, belgeleriyle ele alınıyor. Savaş meydanlarındaki kayıpların tarih kitaplarında nasıl örtbas edildiğini, İnönü’yle Atatürk’ün ilişkilerinin her devirde nasıl renk değiştirdiğini, Atatürk öldükten sonra da mirasına nasıl müdahale edildiğini; tarihi yapan değil, kurgulayan bir anlayışın nasıl yerleştiğini okuyoruz kitapta.
Barış havasının sahiden estiği şu günlerde tekrar gündeme gelen Misak-ı Milli’yi anlamak için de Lozan’ı ve perde arkasında olup bitenleri iyi anlamlandırmak gerekiyor. Bugün siyasetteki çıkmazların, kördüğüm olmuş etnik meselelerin ve dış politikadaki kilit konumumuzun idrak edilmesi, tarihimizi doğru okumaya bağlı. Bu farkındalığın yeni nesillere kazandırılmasını sorumluluk bilen yazar, misyonunu Sezai Karakoç’un şu satırlarıyla dile getiriyor: “Onlar sanıyorlar ki biz sussak mesele kalmayacak. Halbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak.” Üstündeki örtüler kalktıkça tarih suskunluğunu bozmaya başladığına göre, hakikat adım adım yaklaşıyor demektir. Ayak seslerini duyuyor musunuz?
Bölüm: Tarih
Sayfa: 87
Kaynak: http://kitapzamani.zaman.com.tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?newsId=8174
2 Comments
Zahide B.Gökçe
12 Nisan 2013 at 11:59en kısa sürede temin edip okuyacağım inşallah. eminim yine bildiğimiz çoğu şeyin aksi ile karşılaşacağız. hadi hayırlısı. doğruyu bulmak için çabalamak lazım.
Hafız
20 Nisan 2013 at 20:54Bay Armağan sizin kitabınızı okuduktan sonra Atatürk’ün ne kadar büyük bir lider ve deha olduğunu bir kez daha anladım teşekkürler.