1946’dan beri tek başına iktidar yüzü göremeyen Cumhuriyet Halk Partisi bu millete 27 yıllık Tek Parti devrinin hesabını vermeden yoluna devam etmek istiyor ki milletin aklıyla alay etmekten başka bir manaya gelmez. Demokrat Parti’den 10 yılın hesabı Yassıada’da işkenceler altında sorulmuş ve üç güzel insan İmralı’da şehid edilmiştir ama CHP 27 yılın hesabını vermemiştir. Menderes’in o talihsiz “Devr-i sâbık yaratmayacağız”, yani ‘eski defterleri açıp hesabını sormayacağız’ açıklamasıyla derin bir nefes almış bulunan Tek Parti döneminin kodamanları en ufak bir hesap sorma girişimini bugün bile şirretlikle bastırmaya çalışmaktadır.
Türkiye’de bir hafıza bankası kurulması şarttır. Müzeler kurulmalı, arşivler oluşturulmalı ve en önemlisi, sözlü tarih çalışmaları desteklenmelidir. Sözlü tarihin öneminin idrakinde olsak işi gücü bırakıp kadrolar istihdam edilirdi ama değiliz maalesef. 2004 yılında sonradan bakanlık koltuğuna da oturan bir dostuma bir tarih bankası kurulması teklifinde bulunmuştum, ne var ki yaprak kımıldamadı bugüne kadar.
Geç kalmak millî hasletimiz olmalı. Tek Parti ile Demokrat Parti devirlerini yaşamış vatandaşların hatıralarının toplanması işine 13 yıl önce girişmiş ve ufacık bir gönüllü ekiple Süleyman Demirel’den Aydın Menderes’e, Abdullah Nazırlı hocadan Erzurum’un Tortum ilçesinden Güller Sönmez teyzeye kadar nice insana mikrofon uzatıp, hatıralarını derledim. Son Demokratlar adlı kitap Türkiye Hukuk Platformu’nun tarafından yayınlandı. (Temin etmek isteyenler anakitap.com dan sipariş verebilir.)
Ümidim, bu tür sözlü tarih çalışmalarının artmasında. Malum, her şey gazete veya kitaplarda yazılamıyor ama birçok ayrıntı hafızalarda mahfuz kalıyor.
İşte yukarıda söylediklerime çarpıcı bir misal:
Boraltan ve diğer facialar
2. Dünya Savaşı’nın sonlarında yaşanan Boraltanfaciasını az çok biliyorsunuz. Türkiye’ye sığınan 146 Azerbaycanlı kardaşımızın Sovyet askerlerine teslim edilip kurşuna dizilişi faciası TBMM tutanaklarına kadar yansımıştır. Hatta Azerbaycanlı şair Elmas Yıldırım bu yürek yakan hadisenin ardından “Dönek Kardeş” diye hem bir ağıt hem de bir suçlama şiiri kaleme almıştır.
Kendi elimizle teslim ettiklerimiz bir yana, Yücelcileradıyla örgütlenen Yugoslavya’daki Müslüman/Türk direnişçilerin dışişleri yetkilimizden yardım istekleri bizzat dışişlerimizin Tito yönetimine onları ‘sizin aleyhinize çalışıyorlar’ diye ihbar etmesi şeklinde karşılık buluyor. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye lehine çalışan bir avuç insan bizden yardım istiyor ama Türkiye onları ihbar edip tutuklatıyor, idamlar, işkenceler, hapisler gırla gidiyor. Bunlar bizzat Yücelciler’den Mehmet Ardıcı’nın vaktiyle İnsan Yayınları’nda çalışırken (1991) neşrettiğim Yücelciler 1947 adlı hatıratında tafsilatıyla mevcuttur.
Keza Sovyet ordusundaki Türk kökenli askerler Almanlara esir düşer, Almanlar yenilince Türkiye’ye sığınmak isterler canlarını kurtarmak için ama Türkiye bunları kabul etmez. Bunları belgeleriyle Bilinmeyen Yönleriyle İsmet İnönü Gerçeği adlı kitabımda bulabilirsiniz (Hümayun Yayınları).
Bugün aktaracağım CHP zulmü ise 14 Mayıs’tan sonra Türkçülük taslayan bu partinin içyüzünü ortaya koyması bakımından muhteşem bir örnektir. 72 yıl sonra ilk defa yayınlanacak bu bilgi 22 Haziran 1951 tarihli Siyaset gazetesinde Tekin Erer tarafından kaleme alınmıştır.
Azerileri İran’a ihbar etmişler
Paris’te Hotel de L’ocean’ın yemek salonunda B. Azeradlı İranlı bir Azeri Türküyle tanışan gazeteci Tekin Erer onu bize İran’da savcılık ve avukatlık yapmış, İran Azerbaycanı’nın bağımsızlığı uğruna birkaç defa hapse girip çıkmış ve nihayet Fransa’ya kaçmış vatansever bir Türk olarak tanıtır. Çok dertli olan B. Azer tarihî ifşaatını şöyle yapmış (özetledim):
“Biz Azerbaycan Türkleri siz Anavatan Türklerinin oynadığı oyunu hiçbir zaman aklımızdan çıkaramıyoruz. Bilir misiniz ki biz Azerbaycanlılar İran’ın bir sömürgesiyiz. Biz bu hale karşı bir ayaklanma tertip ettik. Elebaşılardan biri de bendim. Senelerce gayet gizli olarak silahlandık. Ya Türkiye’ye ilhak olmak yahut bağımsız kalmak istiyorduk.Harekete geçmek için iki komşudan, Türkiye ve Rusya’dan garanti almamız lazımdı. Her iki ülkeye gizlice başvurduk. Bağımsızlık hareketine girişeceğimizi, bize müdahale edilmemesini istedik. Rusya verdiği cevapta karışmayacağını bildirdi. Fakat Türkiye’nin cevabı geciktikçe gecikiyordu. Halbuki en tafsilatlı, en geniş müracaatı Türkiye’ye yapmıştık.”
Bundan sonra şok edici gelişmeler yaşanır. B. Azer anlatmaya devam eder:
“Biz Türkiye’den cevabı beklerken, İranlılar bir gece bütün depolarımıza baskın yaptı. Birçok elebaşıları yakaladılar. Tarihte görülmeyen bir katliam (kıtâl) başladı ve 40 bin kardeşimiz öldürüldü. Derhal haber aldık ki, hükümetiniz, yaptığımız müracaatı kendi özel istihbaratıyla birlikte İran hükümetine bildirmiş. Böylece ani bir darbe yedik.”
Bu insanın kanını donduran ifşadan sonra şöyle devam ediyor anlatmaya:
“Epeyce mücadele ettik. Fakat başaramadık. Bir kısmımız Rusya’ya, bir kısmımız Avrupa’ya kaçtı. Fakat bizi teslim ederler diye Türkiye’ye kaçan tek kişi olmadı. Çünkü bir defa aldanıp Rusya’dan kaçanlar yine Rusya’ya iade edilip öldürülmüştü. (Boraltan faciasını kastediyor-MA) Rusya’ya kaçanlar da imha edildi.”
İlginç olan bir nokta da şu: İran bu olayı dışarıya Türk ayaklanması diye değil de Komünist isyanı şeklinde göstermiş, Türk basını da işin mahiyetine vakıf olmadığı için dolduruşa gelerek İran Azerbaycan’ındaki Türkler aleyhine yayın yapmış! Gerçeğin tozu hangi dağın başında uçuyor?
Sen kalk, Yugoslavya’daki Türk direnişçileri Tito’ya ihbar et, Boraltan’da kollarına sığınan Azerbaycanlı kardaşları kurşuna dizeceklerini bile bile Stalin’e teslim et, İran’da bağımsızlık için mücadele veren ve senden yardım isteyen Türkleri İran Şahına ispiyonla, daha doğrusu onları arkadan hançerle. Ve bunlar sanki kendi tarihinde yaşanmamış gibi eşi benzeri görülmemiş bir pişkinlikle ülkenin efendisi pozlarına bürün.
Bu millet sizin ne olduğunuzu o şaşmaz irfanıyla daha 1950 yılında teşhis etmişti baylar. Tekrar aynı vereme yakalanmamak için bugünden Almanya sokaklarında oy kuyruğuna girdi bile.