Yakın tarihe dair yaptığı araştırmalarla tanınan Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan yeni kitabı Cumhuriyet Efsaneleri ile yine çok tartışılacak bir kitaba imza attı. Armağan ile Osmanlı’dan Cumhuriyet’e giden süreçte yaşanan olayları ve bunların arkasındaki zihniyeti konuştuk.
1923 sonrası Türkiye’de Osmanlı kimliğinin yok sayıldığını ve izlerinin silinmeye çalışıldığını söyleyerek bunu ‘Deottomanizasyon’ kavramıyla ifade ediyorsunuz. Tam olarak nedir bu ‘Deottomanizasyon’?
1299 Osmanlı Devleti’nin kurulduğu, 1922 ise yıkıldığı tarih. Her iki tarihin rakamlarındaki benzeşmeyi (1-2-9) bir kenara bırakırsak, yıkılışın İngiliz Yeni Dünya Düzeni’nin kuruluşuyla eşzamanlılığı bize ‘Osmanlı’nın modern dünyanın ‘tek dişi kalmış canavar’lığını yüzüne vuran lanetli bir ‘diken’ olduğunu hatırlatır. Ünlü Montesquieu’yü çileden çıkaran bu dikenin ne yapıp edip sökülmesi ve yerine konforlarına halel getirmeyecek bir ‘bekçi’nin nezaret etmesi gerekiyordu. Lakin bu nezaretin görevi, yeni dikilen ehlileştirilmiş bitkiye ihtimam göstermek değil, lanetli dikenin bir daha çıkmaması için kökünün yeterince kazınıp kazınmadığını denetlemekti.
Afedersiniz, bu ‘bekçi’ metaforuyla neyi anlatmak istiyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti’nin varoluş sebebini ve kuruluş hikâyesini anlatıyorum, yani bizim hikayemizi. TC’nin görevi, bu topraklarda bir daha Osmanlı gibi ‘lanetli’ bir oluşuma izin vermemek ve ayağa kalkmasına mani olmaktı. Nitekim 1918’deki işgal, ardından 1922’de saltanatın kaldırılması ve birkaç gün sonra Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığının ilanıyla başlayıp ‘Dinde Reform’ ile taçlandırılmak istenen inkılapların hemen tamamının Osmanlı’ya ve İslama karşı gerçekleştirilmiş olması manidardır.
Bu süreçte neler yapıldı?
Hilafet kaldırıldı, medreseler ve tekkeler kapatıldı, Arapça ve Farsça, hatta İslam harfleri yasaklandı, Mecelle yerine İsviçre’den yalapşap tercüme edilen Medenî Kanun’un kabulü, din derslerinin kaldırılması, kıyafet, dil ve tarih devrimleri hep bu projenin, yani Osmanlısızlaştırma ve İslamsızlaştırmanın adımlarıydı.
Artık i’lerin noktalarını yerlerine koyma zamanı geldi: Tıpkı Almanya’daki Denazifikasyonda yapıldığı gibi Deottomanizasyonda da Osmanlı ideolojisi ve kültürüyle, değerleri ve inancıyla ilgili her türlü sembol ve araç ya yasaklandı veya yerine kalp olanları konularak iğdiş edilmek istendi. Halil İnalcık anlatıyor, çocukluk ve gençlik yıllarında ders kitaplarımızda padişahlar alabildiğine kötülenirdi, diyor. Tarihe karışmışsa Devlet-i Osmaniye, ona bir Fatiha okuyup geçmek yeterliydi. Bunca sene sonra hala kötülemeye devam ediyorsak burada bir tuhaflık yok mu? Ölen bir şey bu kadar yıl kötülenmez. Demek ki onlar ölmeyen bir şeylerden korkuyor ve ‘ölmeden mezara konulan’ Osmanlı’nın bir gün dirileceğinden endişe duyuyorlardı. Türkiye’de 1918’de yürürlüğe sokulan Osmanlısızlaştırma projesi nihayet 1950’lerde iflas etti. Nitekim Türkiye’nin kendine geldikçe Osmanlı’yı hatırlaması ve ‘Osmanlı refleksi’nin geri dönmesi bu topyekûn iflasın işaretlerindendir.
1953 ve 1999 şeklinde iki dönüm noktasından bahsediyorsunuz. Bu tarihler niçin önemli?
Şundan: Osmanlı’yı içinden daima seven ama bunu baskılar yüzünden dışına pek vuramayan halk bu iki tarihte Osmanlı’nın resmi düzeyde de kucaklandığını görüp sevgisini kanatlandırdı. Bugün ‘Tarih’ denilince akla Osmanlı geliyorsa bu birisi İstanbul’un Fethinin 500. yıldönümünü, diğeri ise Osmanlı’nın kuruluşunun 700. yıldönümünü kutladığımız yıllardaki yoğun bilgi bombardımanının eseridir büyük ölçüde. Anlatılanlara göre 1953’ün 29 Mayısında İstanbul mahşer yeri gibiymiş, Bediüzzaman Said Nursi bile o anı yaşamak için Fatih Camii’ndeki törenleri seyre geliyor. Orada Fatih’i temsil eden beyaz atlı aktör avluya girince halk koşup ayağını öpüyor, ‘Kurtar bizi Sultanım’ diye ağlıyor. Hissiyata bakın! İşte o hissiyat bugün artık bilgiyle buluşuyor, bir Osmanlı bilinci yüzeye vuruyor.
Yeniden Osmanlılaştırma dönemi sizce nasıl başladı? Bunun belirtileri neler?
Her baskı döneminin bir tepkiyle karşılaşması kaçınılmaz. Osmanlı’yı her şeyiyle silmek isteyenlere bu halk direndi ve sonunda kendi hissiyatını ifade edebileceği bir mecra buldu 1950 Türk Baharı’yla birlikte. Böylece Yeniden Osmanlılaşma dönemi başlamış oldu. Cumhuriyet uzun zaman devamı olmadığını söylediği Osmanlı ile buluştu, halk da bunu takdirle karşıladı.
Kaldı ki imparatorlukların ne doğdukları zaman tespit edilebilir, ne de öldükleri zaman. Belirsiz bir şekilde doğarlar ve zannedilenden daha uzun yaşarlar. Ben Türkiye’nin yeniden Osmanlılaştığını, hatta yaşayabilmek için Osmanlılaşmak zorunda olduğunu 2003’ten beri yazıp çiziyorum.
Öte yandan kopmuş bir organın vücut tarafından hala varmış gibi muamele görmesinde olduğu gibi Türkiye, Anglo-Fransız-Rus operasyonuyla kendisinden koparılan organlarının sızısını hala yüreğinde duyuyor. Mazlumların koruyucusu olduğu şevketli dönemlerini özlüyor. O zamanları hatırlatıyor cihan devletinin bilinçaltı. Dışarı çıkıp sorun, ‘Devlet arması nedir?’ diye. Osmanlı armasını göstereceklerdir. Tıpkı Mehter marşlarını duyduğunda içlerinden bir şeylerin kopmasında olduğu gibi. Velhasıl Osmanlı’nın hayaletidir üzerimizde gezen…
Peter Watson’un Alman Dehası adlı kitabı gibi, Osmanlı Dehası adında bir kitabın yazılması gerektiğinden söz etmişsiniz. Bu kitabı siz yazmak ister miydiniz?
İstemez miyim? Hazırlıklarına başladım bile. Önümüzdeki aylarda Osmanlı Dehası’nı bekleyin derim.
Kaynak: http://yenisafak.com.tr/kultur-sanat-haber/turkiye-yasamak-icin-yeniden-osmanlilasmak-zorunda-14.06.2014-658369
One Comment
Feyyaz Belce
15 Haziran 2014 at 22:12Sayın Mustafa Armağan,
Hem siz, hem Halil Hoca, hem İlber Hoca ile diğer kıymetli üstatadlar biraraya gelip; karşılaştırmalı(haritalı) Osmanlı tarihi yazmanızı istiyoruz. Saygılarımla.