Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinde okuyunca demek ki atmasyon değilmiş dedim. Meğer Yunanistan, ilişkilerimizin canciğerkuzusarması(!) olduğu 1930’larda Türkiye’nin Ege’deki haklarını gasp edip durmuş. Site bunu şöyle aktarıyor:
“Yunanistan 1931 yılında o tarihte karasularının genişliği 3 deniz mili olmasına karşın, ulusal hava sahasını 10 deniz mili olarak deklare etmiştir. Daha sonra 1936 yılında karasularını günümüzde uyguladığı 6 deniz miline çıkartmıştır. Yunanistan’ın ulusal hava sahasının 10 deniz mili olduğu iddiasının uluslararası hukuk çerçevesinde savunulabilir bir yanı bulunmamaktadır.”
Niye savunulabilir bir yanı yokmuş bu ‘iddia’nın, biliyor musunuz? Çünkü Türkiye tarafından tanınmamaktaymış!
Yani herkesler tanımış ama bir tek Türkiye tanımamış. Öyle diyor Dışişleri Bakanlığı’nın sitesi. Buyurun: http://www.mfa.gov.tr/baslica-ege-denizi-sorunlari.tr.mfa
Yakınlarda gazetelere yansıyan ve Türkiye ile Yunanistan’ın Yunan karasularının 10-12 mile çıkarılması hususunda anlaştıklarına dair söylentinin üzerine atlayıp ‘Ege Yunanlara satıldı’ çığlıklarını atanlar Atatürk’ün 1931 ve 1936 yıllarında Yunanistan’ın karasularını genişletme oldu bittilerine neden çıtını çıkarmadığını da açıklamak zorundalar. Çünkü bu çıt çıkarmama 1960’lı yallardan itibaren gündeme oturan Kıbrıs ve kıta sahanlığı gibi Türk-Yunan anlaşmazlıklarının temelini oluşturmuştur.
Şimdi hemen bütün meselelerimizin düğüm noktası olan Lozan’a dönüp Yunanistan ve Adalar konusundaki gelişmeleri Atatürk’ün ölümüne kadar beraberce izleyelim.
Aman yeni bir şey Kemalizm’in sınırlarından içeri girmesin, anlayışı kabak tadı vermiş olmalı ki, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıktan ‘tarih dersi’ vermeye başladı, Kutul Amare Zaferi, Sultan Abdülhamid, Lozan, Misak-ı Milli… derken şimdi de Ege adalarının hal-i perişanını tartışmaya açtı.
Bu yoklamaların arkası mutlaka getirilmeli ve tarihi yeniden yazma dönemi açılmalıdır. Cumhurbaşkanı söylediği için değil, onu bunları konuşmaya mecbur eden şartlar olgunlaştığı ve barajın arkasında biriken bilgiler taşma noktasına geldiği için…
Ecevit’in son bakanlardan Şükrü Sina Gürel’in Türk-Yunan İlişkileri (1821-1993) adlı kitabında 1931 ve 1936 tarihlerinde Yunanistan’ın karasularını aleyhimize genişlettiğinden tek bir cümleyle olsun bahsedilmez. Neden? Atatürk’ün o tarihte ilişkilerinin sıcak olduğu Yunanistan’la arasını bozmak istemediği için görmezden/duymazdan geldiği bu millî çıkarlarımıza ters gelişmenin duyulması, bilinmesi istenmez de onun için.
Antakya’yı almak için uğraşan Atatürk’ün Yunanistan karşısında bu kadar pasif ve tek taraflı taviz veren bir konumda tasvir edilmesi resmi tarihin hiç mi hiç işine gelmez. İzahta zorlanmak yerine hiç bahsedilmemesi yeğ tutulur.
Bebek katili Çankaya’da
10 bine yakın askerimizin, binlerce sivilin şehit edilmesine, ana karnındaki bebeklerin süngülenmesine, genç kızlar ve kadınların kirletilmesine, onlarca şehir ve kasabamızın yakılmasına… yol açan “bebek katili” Venizelos 1930 yılında Türkiye’ye resmi olarak gelir. Çankaya Köşkü’nde kral protokolüyle ağırlanması yetmiyormuş gibi Dolmabahçe Sarayı’nda ‘şerefine’ (evet ‘şerefine’) ziyafet verilir.
30 Ekim 1930 Ankara Sözleşmesi’yle sonuçlanacak olan bu gezinin üzerinden bir yıl geçmiş geçmemiştir ki, Yunan Yunanlığını gösterir ve gözümüzün içine baka baka karasularını havacılık ve emniyet sorunları için 3 milden 10 mile çıkarır. Ne var ki, 1931 Eylülündeki bu kararnameye Atatürk ve İnönü en ufak bir tepki vermemiş, ısrarla görmezden gelmişlerdir.
Yunanlar şımarmasın da kim şımarsın?
Derken Türkiye bir Balkan Antantı kurmak için harekete geçmiş ama bu antant da bize değil, Yunanistan’ın çıkar ve hedeflerine hizmet etmiş ve zaten birkaç yıl sonra da yırtılıp çöpe atılmıştır.
1933 yılında ‘bebek katili’ Venizelos bu defa Başbakan değildir ama özel misafir statüsünde Cumhuriyetin 10. yıl kutlamalarına davet edilir. Ertesi yıl Türkiye Balkan Antantı’nı kâğıt üzerinde kurmayı başarır. Lakin 1936 yılında taviz üstüne taviz vererek şımarttığımız Yunanistan’ın o hiç beklenmedik bir hamlesi çıkagelir.
Tarihler 17 Eylül 1936’yı göstermektedir. Yunanistan tek maddelik bir kanun çıkarır ve karasularını 3 deniz milinden 6 deniz miline çıkardığını ilan eder. Yine Atatürk’ten ve İnönü’den ne bir protesto, ne de bir şikayet duyulur.
Hadi 1931’deki kararnameyi atladınız, 1936’daki kanunu nasıl görmezden geldiniz diye sormaları gerekmez mi tarihçilerin? Nelerine lazım!..
Peki ne diyor 13 Ekim 1936 günü Yunanistan Resmi Gazete’sinde yayınlanan bu madde? Şunu:
“Kanun no: 450
Bazı özel hallerde karasuları bölgesini 6 deniz milinden az veya fazla tespit eden yürürlükteki hükümler baki kalmak üzere karasuları bölgesinin genişliği kıyıdan itibaren 6 deniz mili olarak tespit olunmaktadır.”
Gizli saklı da değil, Resmi Gazete’de yayınlanmış bir kanunun Türkiye tarafından görmezden gelinmesi Atatürk dönemiyle sınırlı kalmıyor. Tek Parti ve Demokrat Parti dönemlerinden geçip tam 28 yıl sonra, 1964’te ilk karasuları kanununu çıkarmayı akıl ediyoruz! 1982’de 2674 nolu kanunla karasularımızı nihayet 6 mile çıkardığımızı ilan ediyoruz.
Oniki Ada
Yunanistan’a hediye
Yunanistan’ın 1931’de çıkardığı kararnameye 51 yıl sonra cevap verdiğimize mi yanalım, vaktiyle çıtımızı çıkarmayışımızın Yunanistan ve dünya tarafından kabul veya rıza olarak algılanmasına mı, bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa Türkiye Lozan’da Ege adalarını kaybetmekle kalmamış, sonrasında Ege’deki Yunan hamlelerine de seyirci kalmıştır.
Yoksa Yunan hukukçu Thedoros Katsoufros’un şu sözlerine muhatap olmazdık:
“Türkiye’nin bu (1931) kararnamenin kabulü sırasında hiçbir tepki göstermemiş olduğunu hatırlamak gerekir. (Kararnamede öngörülen) 10 millik genişlik, kırk yılı aşkın süredir genel kabul görmesi ve 12 mile ilişkin teamülün kabul görmesiyle güçlenmiştir. Bu uygulama tüm üçüncü devletlere karşı ileri sürülebilecek tartışmasız bir hukuki hak olarak kesinlik kazanmıştır.”
Bunları bir Yunanlının söylemesinden rahatsız olanlara aynı görüşü savunan emekli Büyükelçi Namık Yolga’yı dinlemelerini tavsiye ederim. Şöyle diyor:
“Yunanistan ile dostluk bize daim pahalıya mal olmuştur. 1936 senesinde Atatürk ile Venizelos’un kurdukları dostluk en parlak devrindeydi. (Fakat) 1936’da Yunanistan karasularını 6 mile çıkarıyor. O dostluk, hatta kader birliği havası içinde Türkiye ses çıkarmıyor.”
O kadar ses çıkarmıyor ki, Oniki Ada Yunanistan’a verilirken çağrıldığı zirveye dahi lutfedip gitmiyor. Böylece taraf dahi olmadığını aleme ilan ediyor.
Tabiatıyla Yunanlar da Oniki Ada’yı almalarına, karasularını genişletmelerine çıt çıkarmayan ülkenin Cumhurbaşkanının Lozan çırpınışını anlamakta zorlanıyorlar. Haklı olarak ‘sizin atalarınız böyle değildi, siz nereden çıktınız?’ diyorlar.
Biz nereden çıktık sahi?